Annesinin Kazandibi

{Ocak ’06 MisAfiR KaLeM yazısıdır}

Yaşı henüz yirmi olmasına rağmen yaşanan bazı olaylara karşı ‘ay ömrümden 5 sene gitti’ deyimlerini katarsak aslında yirmi olmadığını biliyor. İspatı ise hafiften beyazlaşan saçlaryla kamburluğudur. Her ikisine de alıştı aslında. Bir nevi bağışıklık kazanma olayı hayata karşı. Bunu şimdi daha iyi anlıyor. Çünkü yalnız kaldığı için geceleri yaşadıklarını düşünüyor ve bazen gülüyor bazen ağlıyor ve bazen de pişmanlık duyuyor. Nedense geceleri daha çok düşünüyor her şeyi. Sakin olmasından mı, günahları – kötülükleri gizlediğnden mi bilmem ama seviyor geceyi. Ruh hali olarak da çok değişiyor. Kendisini buluyor ve onu tam olarak tanıyanlar çok az sayıda olan kişiler onu gece dinleyenler çayına ortak olanlardır genellikle. Onu ailesinden bile daha iyi tanırlar aslında. Onlar onun için her ne durumda olunursa olunsun asla ve asla bırakmayacağı kardeşleridir.

Bir diğer özelliğiyse genellikle çevresindekiler onun hep güleryüzlü ve komik olduğunu düşünmelerine karşın aslında ağlamasını bilen ve ağlamanın gerekli olduğunu düşünen biri olmasıdır. Kendine ağlamaz hiç başkalarına özellikle aile ve dostlarına. Çünkü gözyaşı onun için bir değerdir öz kavramıdır içten geldiği için. Birde aşkı ve kankası onun için çok ama çok önemlidir ve değerlidir. Ailesi ilede gurur duyar. Onlara pek belli edemez sevgisini. Canım annem, babam, abim diyemedi yüzlerine. Utandı onlara karşı. Eğer derse ağlayacağını çok iyi bilirdi. Nedeni mi? O’da bilmiyor.

Avusturya’dan temelli dönüşlerinin hayatını çok etkilediğinin farkındadır. İlk geldiklerinde evleri arabaları ve sıcacık ailesi vardı. Yaşanan ekonomik krizler sonrası ve babasının ortaklık işleri sonrası elde avuçta olanlar kaybedildi. O zamanlar küçüktü anlamamazlıktan geliyordu. Babasının esnaf olmasından dolayı ticarete yatkındır. Çünkü okul sonrası ona yardıma gitmesi pişmesine neden olmuştur.Bazen zor gelirdi hele akşamüstü. Arkadaşları top oynamak için çağırırrlar ve bazı zamanlar gidemezdi.Çocuk aklı işte üzülürdü ve kızardı babasına. Ta ki yaşadığı bir olaya kadar.

Krizlerden sonra ailesi işyerine yakın biryere taşınmıştı ve okulu değişti 3. sınıftayken. Okulun öğrencileri burjuva diye tabir edilen kesimin çocuklarının çoğunluğunu oluşturduğu eski bir okul ola GAZİ İLK MEKTEBİ idi. Nakilden sonra sınıfa alıştı hemen. Biraz zaman geçmişti ve öğretmen bazı kitapların alınmasını istiyordu hala. Babasına söyledi kitap alınması gerektiğini. Sonrası ise okadar kötü bir olaydıki hafızasına kazınan. Babası o gece ağlarken yakalndı oğluna haberi yokken. Babası eşine kitap alacak param yok diye dert yanarken o öğretmenini boğmak istedi. Bu olaydan sonra babasına kızamadı hiç veya kızacak olsa bile o anı hatırlar ve yutkunmakta zorlanırdı. Babası çocuklarını arkadaş gibi görürdü hep. Çünkü erkek kardeşi yoktu hiç babasının ve gençliğinde yaşayamadıklarını oğullarına yaşatmak isterdi imkanları kısıtlı olsa bile. Onlarla oturur okey dizer pişti oynar dertleşir sigara çay paylaşır. Sever onları kocaman adam olmalarına rağmen hala kucağına alıp öper sever onları. Onlarda babalarını sever. Hele O çok ama çooook…. Küçükken babası işe giderken az ağlamazdı arkasından. ‘Kara babamla gitmek istiyorum’ diye evi yıkardı. Annesi ve halası avutmak için öğleyin dükkana götürürlerdi. Giderkende körüklü otobüs derdi olurdu. Tam körüğün ortasında dururdu ve otobüs dönerken gülmekten kırılırdı.

Ve annesi tabiiki. Annesi Ona kazandibi derdi en küçük olduğu için.

Annesi ona hep kazandibi derdi en küçük olduğu için. En uzun ve acı ayrılığını lise 2’de yaşadı ikisi de. Biri oğlunu bırakıyorken DENİZLİ’de diğeri ANNESİni GURBETE yani İSTANBUL’a uğurluyordu. Uğurlama gecesini hiç unutamazdı teyzesinin yanında kalacaktı artık. İlk gün sabaha kadar odasında yorganın altından kafasını bile çıkaramadı hep ağladı annesine. O gece hep anılarını hatırladı. Hepsi de güzeldi ama en güzeli… İlkokula giderken okuldan dönüşlerde hep bisküvi gibi şeyler alıp 2 tane eve gelşince çayın hazır oluşu ve beraber balkona oturup konuşmalarıdır. Akşam üstleri top oynamaktan gelirken annesinin balkonda merakla sokağın başından belirmesini beklemesidir. En çok da annesinin onu öpüp durmasına kızardı. Kocaman adam oldum deyince de annesi ona sen benim hep küçüğümsün derdi.

Abileri vardı. En büyük abisini 4 yaşına kadar bilmedi. Çünkü o Avusturya’da iken abisi dedesiyle Denizli’de yaşıyordu. Onu babası kadar severdi aynı zamanda sağdıç oldular abisinin düğününde. Babasının yanında çalışırdı ve üstünde babası kadar emeği olduğuna inanırdı. Diğer abisi ise Ankara’da okuyordu. Onunla kaşla gözle anlaşırlardı küçükken. Evde 3’ü top oynamaya bayılırdı. Bazen babaları da katılırdı ve ikiye iki maç yaparlardı. Bir dönem büyük abisi askere diğeri Ankara’ya okumaya gidince o tek kaldı evde. Canı sıkkın uzun bir dönem yaşadı. Geceleri onları aradı. Yatraken alışmışlardı muhabbet etmeye. Artık muhabbet edecek kimse yoktu kışları daha bisoğuk geçiyordu. Birgün gece depremle uyanıverdi ve abi diye bağırdı abilerini aradı gözleri. Sarılacaktı ama kimse yoktu. Şimdi onlarla gurur duyuyor. İkisi de abilik görevlerini yerine getirdikleri ve getirmeye devam ettikleri için.

Bütün bu yaşamında etkileyen belki küçük belki büyük ama önemli şeyler onu çok etkiledi belki de. Sürekli tedirgin kendisini bulunduğu ortama verememesi sıkkınlık içinde yaşaması ve gülerken bile azs onra belki üzüleceğini düşünmesi onun karmaşık bir denklem olmasına yeterdi. Çekingenliğinden nefret ederdi. Bir türlü aklından geçenleri söyleyemezdi yanlış anlamaktan ve anlaşılmaktan korktuğu için. İçine atar ve kendine dert olurdu. Özellikle tek taraflı aşk yaşaması bunun kötü bişey olduğunu anlattı ona. Ama o hala anlamadı. Konuşamaz ama iyi yazardı her akşam yazdığı gibi sonra yırtar atardı bazen. Tıpkı kendinden nefret ettiği gibi. Çok sevmezdi kendini, ailesini dostlarını ve platoniklerini sevdiği kadar hep arka planda olsun isterdi. Kendini önemsemez ve önemsendiğini de hissetmezdi. Çocuk gibi görüldüğünü düşünür ve hak verirdi. Çünkü bir yanı hep çocuktu. Küçükken yaşadığı olaylar çomak sokmuştu çocukluğuna. Şimdi bile bisiklet binmeyi, sokakta top oynamayı, saklambaç oynamayı ister doya doya abileri ve arkadaşlarıyla. Annesi balkonda beklesin babası da akşamüstü geç gelindi diye azarlasın. Çok uzaklarda kaldı tıpkı ailesi ve dostları gibi…..

Şimdi ise hala kendini sorguluyor. Ne olduğunu ne olacağını ve ne olması gerektiğini. Başkalarının gözünde bir çocuk bir talebe bir evlat bir kardeş belki de bir hiç. O ise ne olacağını bilmiyordu sadece. Belki de bilmek istemiyordu işine gelmediği için. Ama bir baba bir abi bir iktisatçı olamazdı ondan bunu biliyordu. Buna karşılık iyi bir dost bir aşık olduğunuda biliyordu kendi çapında. Maneviyat düşkünüdür yani. Maddiyatta önemli aslında içindeki koşullar altında bazen buna kapılır ama genelde yürek işleriyle ilgilenir.
Bütün bu karmaşık yazıdan sonra okuyanlara şimdiden teşekkürler ve özürler sunarım. Ben böyleyim işte uzun lafın kısası kendini çözememiş birini dostları ailesi aşkları nasıl çözebilirki?…

Ocak Ayı MisAfiR KaLeMi Ramazan TEKKOYUN, Denizli’de yaşıyor. Pamukkale Üniversitesi İşletme Bölümü’nde okuyor.

One Comment

  1. Evet insan kendini anlayamadıktan sonra başkalarının anlamasını beklemek saçma geliyor. Ancak bende kendimi çözebilmiş değilim yinede anlayış bekliyorum. Ne yapayım işte elimden gelmiyor.
    Aslında ne güzel anlatmışsın. Kendi bilinmezliklerini, içini açmışsın. BU hiç de kolay değil.Yani en azından bana göre öyle. Umarım hayatının bundan sonraki dönemini bir gün gelip yazdığında hep güzel şeyler olur. Keşkesiz, mutlu ve cesaretli bir hayat diliyorum.
    Sevgiyle kal…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir