Bir gün kitapları karıştırırken rastladım unutamadığım bir yazıya yine:
“Hayat bir tiyatrodur ve herkes kendi hayatının başrolünü oynar.“
Zaman zaman yaşadığım ruhsal sıkıntıların en büyük sebeplerinden biri çoğunlukla, “başkalarının kendi kuralları dahilinde bana ait olmayan bir hayatı yaşatmaya çalışmasından” kaynaklanıyor. Aslında benim buna karşı çıkmamdan kaynaklanan gerilimden doğuyor bu sıkıntı. Emir almaz, kural tanımaz, lafınızı esirgemez kişiliğim bir gün öyle bir iş açacak ki başıma… Ben de kendi hayatımı değil başkalarının hayatını yaşamak zorunda kalacağım belki de, tüm inadıma rağmen :)
Bugün kararım kesindir: Akademik kariyer yapmak! Son zamanlarda yaşadığım tecrübeler dahilinde gönlüm kariyer yapmaktan yana daha çok. Şu sıralar Oğuz ATAY‘ın “Bir Bilim Adamının Romanı” adlı eseriyle meşgulüm. Okuduğum bir kitabı dönüp tekrar okumak adetim değildir. Gel gelelim, hayatı bu romana konu olmuş Prof. Mustafa İNAN, benim için muhteşem bir örnek teşkil etti yaşam hikayesiyle.
Daha geniş bir kitleye, kimsenin boyunduruğu altında kalmadan daha çok hizmet edebilmek üniversitedeki bilimsel araştırmalarla mümkün gibi geliyor artık bana. Gibi geliyor değil, tamamıyla böyle aslında.
Kısmetten öteye geçilmiyor biliyorum. Milli Eğitim’de, özel bir kolej ya da dershanede öğretmen olmak mı, üniversitede araştırma görevlisi olarak kolları sıvayıp “Allah’ım bana öyle bir meslek nasip et ki, ömrüm boyunca elimden kağıt kalem kitap eksik olmasın ” dualarımın gerçekleşmesi için uğraşmak mı benim kısmetim olacak.
Ben, kendi hayatımın başrolünü en iyi şekilde sergilemek istiyorum. Ve bu sahneden ayrılırken hayallerimi gerçekleştirmiş olarak veda etmek istiyorum fâniliğe.