Cumartesi günü İzmir‘deydim. Bir kere daha karar verdim, ileride İzmir’de yaşamalıyım. Denizli‘ye gittiğimde almadığıma pişman olduğum Özdemir ASAF‘ın sağlığında yayınlamadığı şiirlerinden oluşan “benden sonra mutluluk” kitabını bulabildim nihayet. Başta içime sinmeyen ama eve gelip denediğimde cuk diye üzerime oturan takım elbisem ve Özdemir ASAF kitabımla kazançlı bir İzmir günü yaşadım :) Ancak ilginç detaylar da yok değildi:
Her zaman tercih ettiğim otobüs firmasında yer olmayınca başka bir firmayla İzmir’e gitmek zorunda kaldım. Yol boyunca Kadir İNANIR‘ın “Tatar Ramazan” rolüyle oynadığı eski bir filmini seyretmek zorunda kaldık. Sözde kitap okuyacaktım. İşin kötü tarafı, otobüste gözünü televizyona odaklamış 3 küçük çocuk vardı. Filmde de bol bol adam bıçaklama, intihar etme, kan ve ağır hakaretler… “Tatar Ramazan”ın karsının kendisini hapishane duvarından aşağı atma ve kanlar içinde yere serilme sahnesi vardı ki, farkında olmadan tepki vermişim :) İçim de dışıma çıktı, sonra filmi seyreden çocukları düşündüm. Bir de Türkiye’nin önde gelen şehirler arası ulaşım firmalarıdan birinde böyle bir filmin nasıl gösterildiğine şaşırdım.
Kızlarağası Hanı‘nda bir kitabevinden kitap alırken oradaki adamın söyledikleri de kafama takıldı sonradan. “Az olmak en iyisi” dedi. Bununla azınlık olmayı kastettiğini sanıyorum. O anki psikolojiyle pek tepki veremedim ama yolda aklıma geldi. Alakaya maydonoz durumlarda saçma salak laflar eden insanlardan gidip alışveriş yaptığım için kendime kızdım. Az olmak da çok olmak da önemli değil. Dilin, dinin, ırkın ve sayın ne olursa olsun özünde “insan olmak” hepsinden de çok önemli. Birilerinin kompleksleri yüzünden az-çok ayrımı olmuyor mu zaten bu ülkede. Ben çok olup da arkası sağlam olmayı sevenlerdenim, mesela :)Kordonda otururken cep telefonumu kullanmak isteyen bayanın durumu da bir tuhaftı. Kendi kendime “bu ne samimiyet” derken az sonra bayanın yanına gelen tuhaf kılıklı adamları görünce “iyi ki kibarlık etmemişim” deyip kocaman bir aferin verdim kendime :)
Yedi buçuk saatlik İzmir günümde şunları öğrendim: İster kardeşiniz ister en yakın arkadaşınız olsun; kimseyi kimseye emanet etmeyecekmişsiniz. Kendi işinizi kendiniz halledecek, başkasına minnet duymayacakmışsınız. Alışveriş yaptığınız yere de bindiğiniz otobüs firmasına da dikkat edecekmişsiniz. İzmir gibi bir metropolde kırmızı ışıkta yaya geçidinden ya koşarak geçecek ya da durup bekleyecekmişsiniz. Yanınızda biri varsa onu asla feda etmeye kalkmayacakmışsınız. Olur da arkadaşınız ezilmez hayatta kalırsa utançtan yüzüne bir daha bakamayabilirmişsiniz :) Kıyafet alacağınız yere de dikkat etmeniz gerekiyormuş. Öyle işi aceleye getirip sizi istemediğiniz bir şeyi almaya zorlayan yerlerden ilk fırsatta kaçma yötemlerini iyi bilmeniz gerekiyormuş.
Ben 7,5 saatlik İzmir ziyaretimde bu tecrübeleri edindim. Bir de gece orada kalıp Pazar sabahı kordonda kahvaltı yapsaydım daha kimbilir ne tecrübeler edinecekmişim.
e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.