Aldanma duruşuma. Duruşumda değil Efe’lik. Bakışımda hiç değil. Uzun süredir aradığım cümleyi buldum, 6 yaşındaki çocuğun kendi ağzından. Ölüler uçardı. Öldükleri için değil, asıl o zaman doğdukları için. Ve “özledim” deyince 6 yaşındaki çocuk, meğer ben hiç özlememişim; bunu farkettim.
Kartal misali kanatlanıp uçmaya kalkmak değil Efe’lik. Zalimin karşısında zalim olmak, hiç değil. Çatık kaşın altında taşlaşmış bir yürekle olmuyor senin bildiğin Efe’lik. Efe’lik sensiz yarım yürüyüp, “bütün” olabilmenin savaşıyla oluyor. Ses çıkarmadan, kimseye ses vermeden, minnet etmeden cihana; ancak böyle oluyor.
Efe, dizini yere vurup da yeri göğü inleten değil, yaşadığı onca zayıflığı haykırabilen. Korkularından sıyrılıp, yanlışlarınla yüzleşmekle oluyor Efe’lik. Bastın mı yere körüklü çizmenle tozu toprağı kaldırmakta değil marifet. Marifet merhametinle ve tek bir sözünle koca cihanı toza dumana katmakta.
Böyle anlattı çocuk. Sen gittiğinden beri anlattı durdu. Ne zaman başını kaldırıp baksa gökyüzüne, en başından beri kahraman sandı seni. Oysa asıl büyük, başkahraman kendisiydi. Öyle ya, Efe’lik düşman kapına dayandığında değil, kapına dayanmayı kafaya koyduğunda müdahale edebilmekti.
Geç oldu ve geçmiş oldu. İkinci bir tekrarında kahramanlı filmin, ortaya bir Efe bir de asıl kahraman çıktı.
—
Siz kimi kastediyorsunuz bilmem,ama babam geliyor aklıma.Yarım kalıp bütün olmaya çabaladık.