Bugün bizim okulun yakışıklı bir misafiri vardı. Kardeşim Ziya, askere gitmeden önce hem görev yaptığım okulu görmek hem de rehber öğretmenliğini yaptığım 9. sınıflara akademik benlik testi uygulamak için benimle beraber okuldaydı. Dokuzuncu sınıfları “benim bugün son dersim, az sonra yeni edebiyat öğretmeniniz sizinle tanışmaya gelecek“ diye kandırmaya çalışırken onlar da beni kafaya almaya çalışıyorlardı. Ziya’nın kardeşim olduğu doğal olarak hızla kulaktan kulağa yayılmıştı.
Bu sözleşmeye uymayanlara ceza verelim demişti 9. sınıflar. “Ceza, iyi bir eğitim yöntemi değil“ dedik ve ceza belirleme işine hiç girişmedik. Onlar bu kuralları kendileri belirlemiş, gönüllü olarak sözleşmeyi imzalamıştı ve hepsi birer bireydi. Sözlerini mutlaka tutarlardı. 9. maddeyi özellikle büyük harflerle yazmamı istediler. Ben de seve seve onların isteğini yerine getirdim; imzamı da tam 9. maddenin üzerine attım :) Haftaya veliler toplantısı yapılacak ve bu maddeleri anne-babalara da okutmak istiyorum. Özellikle dayak ve hakaretin hiçbir anne babanın haddi olmadığını dile getirmeyi düşünüyorum. Çünkü korkutmayla, sindirmeyle, azarlama ve dayakla asla olumlu bir sonuç alınamayacağını, başarının elde edilemeyeceğini biliyorum.
Bugün öğle yemeğini 12. sınıflarla beraber yedik. Pidelerimizi yedik, sohbetimizi ettik, bu haftayı da böylece kapattık. Geçen haftalardan aldığım kararı nihayet eksiksiz yerine getirebilmiş, “yemek işin bahanesi; maksat öğrencilerle farklı bir atmosferi paylaşabilmek“ diyerek dört sınıfımı da bu öğretmenler haftası vesilesiyle gönüllemiştim. Haftanın son karesine son bir not: 10 kişilik 12. sınıflar bizim lisesinin uçmaya hazır kuşları. Hepsinin hayali üniversite sıralarını doldurabilmek. Seneye bugün nerede olacakları belli değil ama gönlüm eğitimlerine akademik düzeyde devam etmelerinden yana. Hayat onlar için, çoğumuzun aksine ne yazık ki o kadar da kolay değil…