Bugün okula gittiğimde bana hazırlanan sürprizden habersizdim. Bir şeyler sezer gibi oldum binaya girdiğimde ama gün boyunca yaşayacaklarımı tahmin etmem mümkün değildi. 26 kişilik 9-A sınıfım, hem doğum günümü kutlamak hem de bana veda günü düzenlemek için haftalar öncesinden hazırlıklara girişmişler; bugün okulda herkesi organize etmişlerdi.
Sınıfın kapısına iliştirilen bir notla sınıfın tahtasındaki yazıya yöneldim. Tahtadaki yazı, bilgisayar sınıfına gitmemi ve oradaki tahtayı okumamı istiyordu. İstenilen yere gittiğimde sınıfın erkekleri “iyi ki doğdun” naraları ve alkışlarıyla karşıladılar beni. Sonra, sınıfın kızları tek tek içeri girdiler buz mavisi tişörtleriyle. Her biri bir şiirin tek bir dizesini söyleyip, ellerindeki gülleri verdiler ve sıraya dizildiler. “Gitme-Kal” demenin daha etkili bir yolunu bulmuşlardı:
Hazırladıkları her şeyin içinde “onları bırakmamamın, orada öğretmenliğe devam etmemin” ricası, mesajı vardı. İnternetten buldukları fotoğraflarımla hazırladıkları videoyu seyrettik göz yaşları içerisinde. Neler neler yazmışlar, neler neler düşünmüşler.. İnanamadım..
Doğum günü pastasını kestik; elleriyle hazırladıkları hediyeleri verdiler; bol bol sarıldık öpüştük… Kasım 2008’den beri yaşanan bir rüyanın son günlerinin hüznüne boğulmuştuk bir kere. Para versek tekrarı yaşanmayacak anlar mazide kalmak için hazır bekliyordu.
Oynadık, zıpladık, danslar ettik; fotoğraflar çekildik.. Ve oturduk, konuştuk… Çok çok teşekkür ettim onlara; yürekten sarıldım, tek tek öptüm hepsini. 28 yıllık hayatımda başıma gelen en güzel şeydi onlar. Dünyamı bir anda değiştirmişti her biri tertemiz yürekleriyle. Onların bunca ince fikirliliği, saflığı, sahiplenme duyguları karşısında ben onlar için daha ne yapabilirdim; sevgimden, arkadaşlığımdan ve kısıtlı zamanımdan daha öte onlara neyimi verebilirdim… Ben, şu an için en kıymetli varlıklarım olan öğrencilerimin onca hakkını nasıl ödeyebilirdim…
“Gitmeyin; bizi bırakmayın” diye bas bas bağıran o yüreklere, çarpık eğitim sisteminin çıkmazında ücretli öğretmen olarak, bu durumu nasıl izah edebilirdim… Beni aramayacakları, çok daha hoşgörülü, çok daha sevecen, bilgili “ama “kadrolu“ yeni bir edebiyat öğretmenine sahip olmalarını diledim. Onları aradıkça “şikayet” değil “güzel şeyler” duymak istediğimi; gelenin gideni aratmaması için dua ettiğimi söyledim.
Mektuplar yazılmış, notlar iliştirilmişti hediylerin arasına. O kocaman yüreklerden biri, ömrüm boyunca istediğim şeylerden birini cümlelere dökmüştü: Evren’in gençleri sizi asla unutmayacak!