Site icon e-vren günlüğü

Kalpakçıoğlu: Fethi Naci, Dev gibi Bir Adamdı!

Türk edebiyatının Nurullah Ataç’tan sonraki en usta eleştirmeni Fethi Naci’nin aramızdan ayrılışının 6. yılında eşi Lale Kalpakçıoğlu, edebiyat dünyasının çekindiği, korktuğu kalemini, Naci’sini anlattı.

Lale Kalpakçıoğlu; Cihangir’deki evi

“Hakîkaten çok zor. Bizimki çok farklı bir evlilikti, inan çok farklı bir evlilikti. Herkes de bunu söylüyor, ‘siz başkaydınız’. Kolum gidiyor gibi bacağım gidiyor gibi. Çok tuhaf bir şey ve sanki dünmüş gibi. 6 yıl bitiyor. 6 yıl düşününce ‘Aa ne 6 yılı!”

Eşi Fethi Naci’nin ardından onsuz geçen altı yılı bu sözlerle özetliyor, Lale Kalpakçıoğlu. O, Moda’da doğup büyüyen genç bir stajyer avukatken hem oğlu hem de dostu gibi sevip sahipleneceği Fethi Naci’nin Lâle’si olur; Aynı zamanda da Fethi Naci’nin önderliğinde toplanan ‘Cuma masası’ sohbetlerine katılabilen tek kadın olacaktır.

Stargundem.com Yayın Koordinatörü Evren Soyuçok, Türk edebiyatının son dönemdeki en büyük eleştirmeni Fethi Naci’den ziyade İsmail Naci Kalpakçıoğlu’nu dinlemek üzere eşi Lale Kalpakçıoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdi; Lale Hanım’dan Fethi Naci’yle geçirdiği 26 yılı ve onsuz yaşanan son altı yılı dinledi.

– Fethi Naci ile nasıl tanıştınız?

Papürüs’te. Staj yaptığım yer İstiklal Caddesi Balaban’daydı. Bir perşembe günü – Cuma masası o zamanlar perşembeydi- gittim, kalabalık. Bir masada Ferruh ve Doğan var; onların yanına oturdum. Sohbet ederken bir grup geldi (Fethi Naci ve arkadaşlarını kastediyor) karşıda çapraz oturdu. Herkesi tanıyorum, bir tek onu tanımıyorum. Tanıyorum da tanımıyorum yani tanışma hususunda; Fethi Naci bilinmez mi canım. Ben de o sırada Lukacs’ın ya Çağdaş Gerçekçiliği’ni ya da Avrupa Gerçekçiliği’ni okuyorum; kitap da elimde duruyor. Bunu gördü, ‘Lukacs mı okuyorsunuz?’ dedi. ‘Evet’ dedim. ‘Benim üstadımdır; benim hayran olduğum bir eleştirmendir’ dedi. “Evet, gerçekten çok güzel ben de severek okuyorum zaten” dedim. Ondan sonra elindeki kitapları kalkıp bana verdi; ‘Siz okuyun’ hikayesine. Ama bir dakikadan sonra başladı iltifat etmeye; gözleriniz şöyle de böyle de bilmem ne. Gayet kibar, kartını verdi. Aradan birkaç ay geçti; ben aramadım, niye arayayım ki? Ben o türlerden değilim. Asmalı Mescit’e Yakup’a gidiyorduk; girdim bir baktım bunlar (Fethi Naci, Can Yücel) oturuyorlar. Naci beni görünce böyle yüzü gözü güldü. Oturdum, ondan sonra sohbet… Sonra da başladı işte. 1981 sonuydu. Melih Cevdet Anday ve eşiyle beni istemeye geldi. 11 ay sonraydı, 21 Ekim 1982’de evlendik.

– Fethi Naci için Lale, hayatı boyunca ne ifade etti?

“Sen olmasaydın bunları yazamazdım” diye ithafları var kitapta. Beni aynı zamanda çok geliştirdi. Zaten okuyan bir insandım, sürekli okurdum ama ona cevap verebilmek için daha fazla okumaya başladım, yetişeyim diye. Ona yetişemezsin zaten de ama en azından karşılıklı konuşabilecek düzeye erişebilmiştim. 1980’in ortalarına doğru ‘Artık Lale okumadan hiçbir yazımı basmayacağım; önce o okuyacak’ diyordu.

– Öyle mi; yazılarını önce siz mi kontrol ediyordunuz?

Evet. Bir süre sonra karşılıklı eleştiriler de yapıyordum ama bizim bir şansımız dünyaya aynı bakmamızdı. Sadece sevgililik yetmiyor. Yoldaşlık çok önemli. Bakmayı bilmek önemli. Bu bakımdan o beni çok önemsiyordu.

– Kızı Deniz’i 1970 yılında trafik kazasında kaybettikten sonra Fethi Naci, iki yıl süren bir yas dönemine giriyor. Sizin onunla yolunuz kesiştiğinde Fethi Naci nasıl bir durumdaydı?

O trafik kazası 1972 yılında oluyor. Naci, 2 sene hiç yaşamamış. Sadece alkolle yaşamış. Sonra kendine geliyor. Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’yi yazıyor ama 1981 yılında bizim tanıştığımız aylarda basıldı. 1981’de tanıştık biz. Arada bir zaman var, 1979’da kendine geliyor. 1979 – 80’de yazıyor; 1981 sonbaharında basılıyor. Ben de işte o zaman tanıdım.

– Onunla 1982 yılında başlayıp 2008’e kadar süren 26 yıllık bir hayatı paylaştınız. Fethi Naci ile geçen o hayatı nasıl özetlerdiniz?

Çok büyük bir adam ama tabi benim oğlum, sevgilim, arkadaşım, dostum! Mesela ben Galatasaraylıyım, o hasta Fenerbahçeli. Ortak bir hayat başka türlü, her şeyini paylaşacaksın. Bir olmak! Mesela her yere beraber giderdik; ayrı görünce ‘Aaa ne oldu?’ derlerdi.Birbirimizin özgürlüğüne karışmazdık ama biz beraberdik; ikiz gibi bir şeydik. Güven duygumuz vardı, sevgi vardı, aşk vardı; o aşk hiçbir zaman bitmedi. Evlenmeye karar verdikten sonra ‘Alyans takacak mısın?’ dedim; “Tabi” dedi, “Ben aynı zamanda Osmanlıyım!”. Taktık, onu da şimdi çıkaramıyorum çünkü bana göre evliliğimiz devam ediyor; Biz boşanmadık ki. Soyadımı da devam ettiriyorum; alyansım da parmağımda. Beni bekliyor o tarafta, ben de gideceğim. Bir an önce gitsem daha iyi olacak ama olmadı.

– Fethi Naci’nin anılarını ve hakkında yazılanları okuyunca korkulan, çekinilen, lafını esirgemeyen bir adam ama bir o kadar da dost canlısı bir insan profili ortaya çıkıyor. Sizin için o nasıl biriydi?

Çocuksu, naif. Yazılarında sertlik yapıyor tabi, inanmadığı bir şeyi, yanlış gördüğü bir şeyi direkt söylüyor. Evde yok tabi. Her şeyi biz paylaşıyorduk. Teslimiyetçi değildi. Saygı gösterirdi. Mesela biz hiç kavga etmedik. Birbirimize kızdığımız zaman küserdik. Ama kavga asla. Bir gün bile ne bağırma ne kavga asla olmadı ama küserdik. Kimse kimsenin fotokopisi değil ki. Ben senin gibi düşünmek zorunda değilim sen de benim gibi düşünmek zorunda değilsin ama birbirimize saygı göstermek zorundayız. O bakımdan, çok ters bir şeyler olduğu zaman küserdik sadece, bir iki dakika ya da bir iki saat, bir gün.

38 yaşında Fransızca öğrenmeye karar verdim, Naci Fransızca biliyor ya. “Fransız Kültür’e kursa git” dedi. 6 ay kendim çalıştım ilk kuru atladım, 4 yıl bitti. O zamanlar cep telefonu yok. Boğaz’da bir yerde kutlama yemeği vereceğiz. Naci “kaçta geleceksiniz?” dedi. “Valla hiç bilmiyorum ama 11 civarında olabilir en fazla 12.” Ben öyle zannediyorum. Ondan sonra yemek uzadı uzadı saat üç mü iki mi ne. Geldim, uyuyor zannediyorum ama ayakta. ‘Sen, beni öldürecek misin Lale?’ dedi. “Niye ikide üçte geleceğini söylemedin de 12’de geleceğim dedin. Benim kızım, benim evladım trafik kazasında öldü. Bir trafik kazası haberi de bekletmek zorunda mıydın sen? Buna hakkın var mı?” dedi. Hep senaryo kurmuş kafasında; hastanede ama hangi hastanede… “Yatak odasından salona bir gittim bir geldim” dedi. Tek bağırdığı nokta oydu. Bana bir şey oalcak diye korkuyordu. Hatta bir gün -80’li yılların başlarında- “Bir gün trafik kazasında ikimiz beraber ölsek ne güzel olur.’ dedi. “Valla Naci çok haklısın, ben de senin arkandan kalmak istemiyorum” Aslında çok romantik bir adamdı, bakma sen. Öyle tam tersi gibi gösterildi. Belki savunma mekanizması belki karadenizlilik!

– Fethi Naci’yi kızdırmaktan çok hoşlandığınızdan bahsediliyor. Özellikle tavla oynarken sürekli kapışırmışsınız.

Bodrum’da 1995’te kiralık yazlığımız vardı. Bodrum bitti diye kalkıp geldik ki adam şimdi görse herhalde çıldırırdı. Tavla kırdırdım ben ona. Dört oyun üst üste; o dört, ben bir, 5- 4 yeniyorum üst üste. Hep not tutardık biz böyle. Ondan sonra aldı tavlayı gitti güm diye vurdu kırdı; başladık gülmeye. Ama ben çok ustayım. Bizim böyle sürekli tavla partilerimizi olurdu, kapışmamızlarımız.

– Fethi Naci, son yıllarını Alzheimer hastalığının pençesinde geçiriyor. Hastalık kendisini ilk nasıl gösterdi?

Hastalığı 2002’de bir kaybolmayla başladı. Yayınevini devretmek -daha doğrusu satmak- onu çok tetikledi. Kahraman bakkal süper markete karşı yapamadı; o yüzden yayınevini kapatmak zorunda kaldık. Tasfiyeleri ben yapıyorum, Naci dayanamadı; Ayvacık taraflarına tatile gideceğiz. “Sen git ben de işlerimi halledip birkaç gün sonra geleceğim” dedim. “Seni otobüse götüreyim.” dedim “Ben giderim” dedi, bindi taksiye gitti. Saat 11 civarında Cevat Çapan’ın eşi Gönül aradı; “Lale, Naci gelmedi.” dedi. Ondan sonra ne ses var ne seda, hiçbir şey yok. Aradan saatler geçiyor, Beyoğlu Emniyetine gittim. Sıra beklerken arkadaşlardan ‘bulundu’ diye telefon geldi. Bir ara taksiye binmiş, takside kendine gelmiş. Arabalı deniz otobüsüyle geldiler, banyo yaptı çıktı biraz kendine gelmişti. Hayaller görmüş. Otobüse binmiş, otobüs mola verince birden başka bir yerde olduğunu zannetmiş istanbul’a gelmek için taksiye binmiş. Pazartesi hastaneye götürdük; tahliller mahliller, beyin tomografisi bilmem ne, her şey yapıldı; teşhis konuldu. Fakat çok geç ilerledi Allah’tan; 2002 – 2008.

– Son günlerindeki durumu nasıldı?

Çok kötüydü, kaşıntısı olmuştu, yatalaktı; iskelete dönmüştü. Mesela ilk unuttuğu neydi biliyor musun: kızı! Nasıl bir samimi iç güdüsüdür bilmiyorum, o zamana kadar Naci o evlat acısını aşamadı. Acı aşılmaz zaten, aşsaydı öküz derdim. Evlat bambaşka bir şey. Evlat acısına tanıklık ettiğim, neler yaşandığını bildiğim için Naci’ye çok hak veriyorum. Zaman zaman beraber ağlıyorduk, gece yarıları rüyasında haykırarak uyanıyordu. Yaşam biçimi de bizi birbirimize çok bağladı, yapıştırdı, ikiz gibi olduk.

– Kızı Deniz’i unuttuğunu nasıl anladınız?

Hiç bahsetmemeye başladı. Çünkü her zaman Deniz Deniz… Sonra sanki Deniz hiç yok, kızı hiç yokmuş gibi.

– Siz Deniz’i sorduğunuzda hatırlamadı, öyle mi?

Evet, boş boş bakıyordu. Sonra arkadaşlarının adını unuttu, en son Yaşar’ı (Kemal) unuttu. Artık son bir hafta beni unuttu, bir haftaya kadar Lale’siydim; ondan sonra bitti. Böyle bakıyordu, son bir hafta yatağa düştü. Ondan önce evde oturuyordu, birkaç defa burada (Cihangir’deki mahallelerini kast ediyor) kayboldu, bulundu. Beraber yürüyorduk ama ağır yürüyen adam hastalıktan sonra nasıl hızlı yürümeye başladı; ben yetişememeye başladım iyi mi? Hastalık bir noktadan sonra hızlı ilerledi. Daha sonra çok uğraştım, ne profesörler ne şeyler, acaba nedir genetik mi diye. Babaannesi de öyle ablası da öyle, yani alzheimer; genetik, Şans işte!

– Onsuz geçen 6 yılda neler değişti?

Evde duramıyordum fakat şimdi evi özlüyorum, ayrıldım ya oradan. (Fethi Naci ile yaşadıkları eski evi kast ediyor) Gerçi yadırgamadım çünkü o yine öyle orada. Yeni evde de bir şey fark etmedi ki burada oturuyor gibi görüyorum. Yani o duygu gitmedi. Sanki taşınınca kurtulurum diye düşündüm ama yok öyle bir şey. Çünkü hakikaten çok zor. Bizimki çok farklı bir evlilikti, inan çok farklı bir evlilikti. Herkes de bunu söylüyor, ‘siz başkaydınız’. Kolum gidiyor gibi bacağım gidiyor gibi. Çok tuhaf bir şey ve sanki dünmüş gibi. 6 yıl bitiyor. 6 yıl… Düşününüce ‘Aa ne 6 yılı!’

– Vefatının ardından eşyalarını ne yaptınız?

Çoğu gitti tabi. Giysileri Darülacezeye verildi. Birkaç kıyafeti, gömleği var, ben giyiyorum.

– Eşyası çok mu; ileride bir müze veya sergi açılsa?

Yok yok. Ya adam çok sade bir adamdı, osu busu yoktu, yani tam benlikti. Evlenmeye karar verdik, “Bak, ben ev işleri yapmam, nefret ederim baştan söyleyeyim” dedim. O da “ben evime hizmetçi almıyorum ki” dedi.

– Anılarında memleketi Giresun’dan da sıklıkla yer alıyor. Hatta bir yazısında “Ölmeden önce son kez gidip görebilecek miyim acaba?” diyor. Sizinle yaptığı bir ziyaret var. Onun sonrasında Giresun’a ölmeden önce tekrar gidebildi mi?

O ziyaretten sonra beraber bir kere daha gittik. 1998 seçimlerinde ÖDP’den adaydı. Seçilmemek için Giresun’a gitti, İstanbul’dan çekiniyordu. Politikayı sevmiyordu ki. Ufuk’u (Uras) kıramadı o zaman. Seçilmemek için aday olarak Giresun’a gitti.

– Anılarında çocukluğundan beri karanlıktan korktuğundan bahsediyor. Lisede askeri kampta bodrumda nöbet tutarken korkudan bildiği bütün türküleri şarkıları söylermiş?

Beraberken öyle bir şey görmedim, demek ki o dönem öyleymiş. Zaten kızının ölümünden sonra bütün korkularını aştı. Yani daha büyük bir acı yaşayamayacak. Ölümden de korkmadı.

– Peki ya gelinciklere karşı duyduğu çocuksu sevgi?

O gelinciği çok seviyor ve kızı da severmiş. Hatta Müjde Ar, Deniz’in de arkadaşıymış. O öldükten sonra bir demet gelinciği alıp denize atmış. Çok severdi. Mesela Bodrum’a giderken gelincik gördü mü hemen inerdim, toplardım ona verirdim; bayılırdı. Gelinciği çok seviyordu. Çocuksu çocuksu… Dedim ya aynı zamanda benim oğlum!

– Uzaktan tanıdığınızda çekiniyor muydunuz Fethi Bey’den?

Tanımadan önce hayır. Benim bir erkek Fatma tarafım vardır.

– Cengiz Gündoğdu, Fethi Naci için “O sanatta star sistemi eleştirmeniydi. Fethi Naci’nin övdüğü yazarlara baktıkça ne görürüz? Küçük burjuvanın dar bakış açısını aşamayan küçük burjuva yazarları” yorumunda bulunuyor. Gündoğdu’nun bu değerlendirmesinde Fethi Naci’ye haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz?

Hiç öyle bir şey yok! Tam tersi. Şaka gibi! O zaman şu Yüz Yılın Yüz Türk Romanı’nı alsın okusun bakalım. Onu okuduktan sonra neler olduğunu anlayacak. Hatta bunu herkes bilir ve söyler zaten: Eş, dost, ahbap kayırmayan tek eleştirmen! Yaşar’ın (Kemal) canını okuyan yazılar yazmıştı. Kaç kişiyle dargındı çünkü eleştiriyordu. Onlar övsün diye bekliyorlardı ama övmüyordu. Bu mu burjuvalık?

– Fethi Naci “Zaman zaman eleştiriden bezdiğim oluyor. Nankör bir eleştiri. Bir yazarın bir eserini beğenirsiniz, sizden iyi eleştirmen yoktur; bir başka eserini beğenmezsiniz, bu defa sizden kötü eleştirmen yoktur. ” diyor. Onun bu yöndeki şikayetlerine siz de tanık oluyor muydunuz?

Doğru… Öyle durumlarda eleştiri yazmaya ara veriyordu.

– Fethi Naci vefat ettikten sonra onunla sürekli aynı masa etrafında toplanan dostlarından yana bir vefasızlık yaşadınız mı? Örneğin en son Yaşar Kemal’i unuttuğunu söylemiştiniz, Yaşar Kemal’le görüşüyor musunuz?

Yaşar, önceleri arardı sonra aramaz oldu. Diğerleri ile Cuma masalarında toplanıyoruz, orada görüşüyoruz.

– Bir vefasızlıktan bahsedemem, diyorsunuz; öyle mi?

Yok yok. Çünkü ben sadece Naci’nin eşi değil, onların da arkaşı oldum; bazılarının avukatlığını da yaptım. Birinin eşiyim evet, onur duyuyorum ama sadece birinin eşi değilim ben. O yüzden çok vefasızlık… Hayır!

– Günümüzün edebiyat çevresine baktığınızda eleştiri alanında Fethi Naci gibi ismi çokça anılan yeni isimler var mı?

Var mı? Cuma sohbetlerinde konuşulan bir isim yok. Cuma sohbetlerinde “artık eleştiri Naci’yle bitti” deniliyor. Çünkü bir şeyden nemalanma kaygısı olduğu zaman objektiflik biter.

– Fethi Naci, günün okuma ve yazmaya nasıl ayırıyordu? Geceleri mi daha çok çalışırdı?

Gece hayır, gündüz. Yayınevinde de okurdu. Mesela eleştireceği kitabı üç defa okurdu. 90’lı yıllardan sonra yayınevine haftada iki gün gelmeye başladı. Evde sürekli okuyordu. Mesela yazmaya başladığı zaman istersen göbek at, duymaz. Büyük bir konsantrasyonu vardı. Ama hava karardıktan sonra bağlasan çalışmaz. Karşılıklı oturduk, sohbet eder kendi aramızda dedikodu yapardık.

– Fethi Naci, Ahmet Altan’dan ‘iğreniyorum’ diye bahsediyor. Onu niçin sevmezdi?

Onu zaten yazdı; “Duyduğum tek duygu iğrenme duygusu” diye Sudaki İz’de. Şunun için…

– Popülist olduğu için mi?

Evet ve o Sudaki İz’de devrimci gençler için o kadar aşağılayıcı laflar etti ki. Bir zamanlar kendini böyle solcu marksist diye gösterdi. Sonra ‘evet ama yetmezci’ oldu; bilmem ne oldu, yalan mı? Haklıydı adam.

– Elif Şafak… Ona da çok sıcak bakmıyor galiba ingilizce yazdığı için?

Sadece İngilizce yazdığı için değil bir defa okuyamadı bile.

– Okuyamadı derken?

Yani sevmedi o kızı. İlk kitabını zaten okuyamadı.

– Çok şair ruhluymuş, ezberinde çok şiir varmış. Hiç şiir karalar mıydı?

Hayır. Seviyordu şiiri ama şair değildi ki. O başka bir şeydi.

– Peki elinden ve dilinden düşürmediği yazar ve şair var mıydı?

Tek Melih Cevdet Anday, Cemal Süreya, Turgut Uyar. Genellikle ürünler üzerine konuşurdu, yazar üzerine değil.

– Turhan Günay, Kaan Arslanloğlu’nun kendisiyle yaptığı söyleşide Fethi Naci’nin Bodrum’da intihar girişiminde bulunduğundan, ölmeyi başaramayınca da işine ve hayata sımsıkı tutunduğundan bahsediyor. Bu olay doğru mu?

O öyle olmadı. İntihar değil, yüzüyor fakat gidiyor gidiyor ondan sonra geri dönemiyor, gidip alıyorlar. Onu intihar girişimi olarak nitelendiriyorlar ama olsa yapardı zaten canım.

– Blogumda sizin Milliyet Kitap’ta yayımlanan Fethi Naci’ye mektubunuzla ilgili bir yazı yazmıştım. Siz o yazıya yaptığınız yorumda “Naci’m biraz önyargılı olarak genç insanlara fazla güvenmiyordu. Elbette çok da haksız değildi.” diyorsunuz. Gençlere niçin güvenmiyordu?

Gördüğü, tanıdığı, rastladığı gençler salak salaktı.

– O yıllardan bu yana sizin gençler hakkındaki fikirleriniz değişti mi?

Benim değişti. Gezi’de tanımadığım gençlerden özür diledim. “Çocuklar, sizden özür diliyorum; sizin şahsınızda tüm gençlerden özür diliyorum. Ben gençleri salak, aptal, gerizekalı, çıkarcı bir şey zannediyordum. Aslında aptal olan ahmak olan benmişim, özür diliyorum.” Onlar da çok tatlılar. Onlara Naci’nin kitaplığından kitap götürdüm.

Not: Bu söyleşi, 23 Temmuz 2014 tarihinde stargundem.com sitesinde yayımlandı.

Lale Kalpakçıoğlu ile gerçekleştirilen söyleşinin hikâyesine ve Fethi Naci’nin eşyalarına ait özel fotoğraflara BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ.

Exit mobile version