Bu, Bizim İlk İstanbul’umuz

Processed with VSCOcam with t1 preset

Pek belli etmiyor olabilirim belki ama şu günlerde canım çok sıkılıyor. Yine öyle bir anımda Harun telefonla arka arka arayınca ‘hayırdır inşallah’ dedim; sürpriz bir şekilde İstanbul’a atlayıp geldiği haberini verdi. Aynı şehrin içinde  olmamıza rağmen birimiz Avrupa diğerimiz Anadolu yakasında olunca ancak dün bir araya gelebildik. 

Ona yakın olsun diye Kadıköy’deki Boğa heykelinde buluşalım demiştim ama ben yola çıktıktan saatler sonra plan değişince Eminönü’nde Yeni Cami’nin gölgesinde kucaklaşabildik; tabi İstanbul gibi yerde son dakika güzergah değişiklikleri 3 saatlik bir gecikmeyi de beraberinde getirdi.

Harun’un yanında yeğenleri Burak ve Yusuf da vardı. Ayaküstü ilk sohbetimizi yaparken Yeni Cami’nin avlusundan Mısır Çarşısı’na oradan da ara sokaklara daldık. Bu küçük çaplı yürüyüş sırasında öyle bir sokaktan geçtik ki oraya özellikle fotoğraf çekmek için tekrar gitmek üzere notumu aldım.

Çok acıktığımdan mıdır bilmiyorum, ilk defa balık ekmekten bu kadar lezzet aldım. Bu arada Harunlar’a yediğimiz balıkların Boğaz’ın balıkları olmadığını ithal balık olduğunu söyledim; şaşırdılar. Ben öyle biliyorum, yanlışım varsa biriniz beni düzeltsin =)

Dışarıdan gelen bir arkadaşım olduğunda güzergahım hep Eminönü – Galata – İstiklal Caddesi olur. Kısıtlı zamanımızdan dolayı dün de aynı sırayı izledik. Beyoğlu taraflarını gezdiğim zaman kendimi her zaman çok huzurlu hissediyorum; o yüzden sürekli aynı yerlere gitmekten şikayetçi değilim. Zaten Harun da İstiklal’i o kadar çok seviyor ki iki defa boydan boya yürüdük. Hatta Harun 2 saat istiklal’de yürüyüp geri dönmek için bile Aydın’dan buraya gelinebileceğini söyledi. Gerçi Cuma akşamı olmasından dolayı her taraf daha sakindi; İstiklâl Caddesi de öyle. Ancak Galata Kulesi’ne çıkmak isteyenlerin girdiği sıranın uzunluğu sürekli uzayıp kısalmaya devam ediyordu.

Galata’nın gölgesinde çaylarımızı içerken eski adıyla Fransız Sokağı, şu anki ismiyle Cezayir Sokağı’ndan da geçirmeyi düşündüm bizimkileri. Öyle de yaptık; İstikal’e her gittiğimde mutlaka oturduğum Ara Kafe’nin önünden geçerken orayı da gösterdim Harun’a. Cezayir Sokağı, dün akşam daha sakindi ancak Burak, cep telefonuyla meşgul olduğu için etrafında olup biteni kaçırdı. ‘Mobil körlük’ yaşadığı sırada geçtiğimiz Cezayir Sokağı’ndan tekrar tekrar yukarı çıkmak istedi ancak ceza olarak yolumuza devam ettik ;)

İstikal Caddesi'nde bir müzisyen

İstikal Caddesi’nde bir müzisyen

Galata civarındaki küçük kafeleri gördükçe ‘bir gün benim de böyle küçük şirin bir kafem olacak mı?’ hayallerimi yineledim durdum. İstiklal’deki sokak müzisyenlerinin önünden geçtikçe de onlarla ilgili kafamdaki projeye yeni detaylar ekledim. Gezi Parkı’na vardığımızda ise hava iyice soğumuş, hafif yağmur damlaları da düşmeye başlamıştı. 

Ayrılık vakti geldiğinde hepimizde keyifli bir yorgunluk hakimdi. Onları ilk defa binecekleri Marmaray’ın gişelerinden yolcu ederken doğduğundan beri İstanbul’da yaşayan ancak ne Eminönü ne de Beyoğlu taraflarını hiç görmeyen 9. sınıf öğrencisi Yusuf’la bir kere daha el sıkıştım. Soru sorulmadıkça konuşmayan ve kendi iç dünyasında yaşan Yusuf’un gezip gördüğümüz her yeri, ilginç bulduğu her detayı cep telefonunun kamerasıyla çekmesi bana bir gerçeği tekrar gösterdi: Görsel zekası gelişmiş insanlar, bizim içimizde yaşıyorlar ancak tam anlamıyla aramızda değiller.

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

6 Comments

  1. Bitürlü alışamadım sevemedim şu istanbulu bana çok çarpık ve kalabalık bir şehilr geliyor :S

  2. Ooo ezeli dostlar buluşmuş ne güzel:) İyi gelmiştir sana Harun.
    İnşallah can sıkıntın da ona sebep olan şeyler de geçip gider tez zamanda.

  3. Teşekkür ederim Ufuk. Bu blogu yakından takip edenler Harun’un benim için ne kadar kıymetli olduğunu bilirler. Allah, kimseyi dostsuz bırakmasın.

  4. bende istanbulu çok severim ama sadece turist gibi gezerek yazınızı okudum balıkların ithal olduğu bilgisi enteresan geldi.başarılar

  5. İnsanın arkadaşı gibisi yok be abi. Kimsenin yanında o kadar rahat davranmazsın, konuşmazsın ama dostun olunca bir başka oluyor. Bu duygudan mahrum kalanlara acıyorum. Hani şu “yalnızlık hastaları” varya onlara bu lafım. Paylaşmadıktan sonra mutluluğun hiç bir anlamı yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir