Röportaja merakım her zaman vardı; son zamanlarda ise merakım daha arttı. Yaşar Kemal’e röportajlarından başlamak bence en doğru yoldu. Şimdilerde onu okuyorum; Yaşar Kemal, Röportaj Yazarlığında 60 Yıl.
Okuduğum kitapları blogumda paylaşmaya çalışıyorum, bunu da mutlaka paylaşmalıyım zaten. Ama kitabın sadece girişini okusanız röportaj ile söyleşi arasındaki farkı net bir şekilde anlar, bir daha da ikisini birbirine karıştırmazsınız. Kitabı bitirince bahsettiğim kısımdan notlarımı paylaşırım.
İnsanın kendisiyle hesaplaşması bitmiyor; en azından benim için öyle. Belki de bir süredir ‘günlük’ türü kitaplar okuyor olmamdan kaynaklıdır bu ruh hali. Bu sebep – sonuç ilişkisi saçma oldu.
Yüksek sesle konuşmak bir güç gösterisi. Ama aslında bir ‘gösteriş’ hatta asıl bir ‘görgüsüzlük’. Neyse, kimseyle tartışmayacağım.
Filtre kahveye olan düşkünlüğümü blogumu okuyan herkes bilir; çevrem zaten bilir. Geçen gün yine frenchpress bardaklarda filtre kahve hazırlarken ‘bu bardağa frenchpress niye demişler ki?’ diye merak ettik. Olabilir, merak edebiliriz. Biraz mantık yürüttük ama çok da mantıksız tahminlerde bulunmadığımızı sonraki araştırmalarımda gördüm. Frenchpress, ‘Fransız baskısı’ manasına geliyor. Bizi filtre kahvenin eşsiz lezzetiyle buluşturan bu garip bardak, ilk olarak 1800’lü yılların ikinci yarısında Fransa’da kullanılmaya başlanmış başlamış. {Burayı niçin düzelttim? Çünkü iki edilgen arka arkaya gelmez. ‘Kullanılmaya’ dediğim için arkasına ‘başlanmış’ ekleyemem; eklersem anlatım bozukluğuna sebebiyet veririm ki hiç sevmediğim şeydir.} Sonra da 1929 yılında elin İtalyanı (Attilio Calimani’yi kastediyorum) frenchpress’in patentini almayı akıl etmiş. O gün bugündür de benim evde ayrı ofiste ayrı kullandığım harikulâde bir keyif aracıdır.
Filtre kahveden bahis açılınca sanki biraz canlanır gibi oldum ama saat 23.00 oldu. Son günlerde 22.00 – 23.00 gibi yatıp uyumuş olmaya gayret gösteriyorum. Bugün neredeyse bütün enerjimi bir önceki yazıda bahsettiğim konu için harcadım desem abartmış olmam. Ama zihnim öylesine yoruldu ki söz konusu yazıyı demlenmeye bıraktım ve hâlâ çok heyecanlıyım.
Bi’gün diyorum ki bir blog yazımı metrobüstekilerle hep beraber yazalım. Ama ayakta ve onca sıkışıklığa rağmen bunu nasıl yapacağız? Neyse ben bunu bir düşüneyim.
Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+