Sürekli dikiz aynasına bakarak ileriye doğru yol alınmaz

olmak istediğim insan

Sıklıkla düştüğüm hatalardan biridir; geçmişe takılı kalmak. Çabuk sinirlenebilen bir yapım olmasına rağmen kinci biri değilimdir ancak geçmişte canımı acıtan, beni kızdıran kişilere karşı aramda ördüğüm duvarları kolay kolay yıkamıyorum. İyi olan, bu yönümün farkında olmam. Daha da iyi olansa bu tavrımın yanlışlığının ve derhal değiştirilmesi gerektiğinin bilincinde olmam. Her şeyi tam anlamıyla unutup geçmişe sünger çekebilme özelliğini henüz kazanamasam da bunun için çaba sarf ediyorum. Özellikle de Clayton Christensen‘ın Olmak İstediğim İnsan adlı kitabının 19. sayfasındaki şu cümleleri okuyunca o çabam daha da arttı:

“İnsanlar genelde geleceği öngörmenin en iyi yolunun, karar vermeden önce mümkün olduğu kadar fazla veri toplamak olduğunu düşünür. Ama bu, arabayı sadece dikiz aynasına bakarak sürmeye benzer, çünkü veri sadece geçmişle ilgilidir.”

Geçmişe (hatta bir gün önceki veya birkaç saat önceki an’a) takılıp kaldığımda Christensen’in bu cümlelerini aklıma getiriyorum ve “Evren, yapacak çok işin var; yüzün geçmişe dönük yol alamazsın” diyerek düşüncelerimi gömülüp kaldığım bataklıktan sıyırmaya çalışıyorum.

Olmak İstediğim İnsan, patronumun masasında okunmayı bekliyordu; okumaya devam ettiğim kitap sabah işe gelirken yolda bitince dönerken bu kitabı okuyabileceğimi düşünüp biraz da emrivaki yapıp hemen o gün okumaya başladım. Normalde listeme ekleyip de alacağım kitaplardan biri gibi görünmeyen bu kitap, okuduktan sonra da kütüphanemin bir köşesinde mutlaka tutacağım bir eser değil ancak yine de yazarı bize bazı konularda önemli şeyler söylüyor. Bunları ilk defa mı duyuyoruz; hayır. Fakat farkında olduğumuz halde hep kulak ardı ettiğimiz bazı gerçekleri farklı bir üslupla bize yeniden hatırlatması Christensen’in bu kitabını önemli kılıyor.

Örneğin bir eğitim alacağımız zaman teorikten çok pratiğe ne kadar süre ayrıldığına bakarız. İngilizce kursu için bunu düşünebiliriz. Ama bazı konularda Christensen, teorinin pratikten daha önemli olduğunu savunuyor. Bunu da şu cümlelerle açıklıyor:

“Aslında deneyim ve enformasyon iyi birer öğretmendir ama yaşamın birçok aşamasında, iş başında öğrenmek mümkün olamaz. İyi bir eş olmak için çeşitli evliliklerden geçmek istemeyiz. Veya ebeveynliği kavramak için son çocuğumuzu da büyütmeyi bekleyemeyiz. Bu yüzden teori çok değerlidir: Olayı yaşamadan neler olacağını açıklar.”

Bu satırları okuyunca çok hoşuma giden şu savunma aklıma geldi hemen: “Tavuk değilim, yumurtlayamam ama bir yumurtanın taze olup olmadığını anlayabilirim.”

Yeni bir iş arayışında hepimizin hedefleri var; belli kriterlere göre iş tekliflerini değerlendiriyoruz. Bazen herkesi şaşırtan bir karar alıyoruz ve çok iyi imkanlar, tatmin edici bir maaş sunduğu halde o işi kabul etmiyoruz. Bazı arkadaşlarım kızsa da hiçbir iş görüşmesinde maaş konuşabilen biri olamadım; iş görüşmelerinde maaş meselesinin nasıl konuşulması gerektiğine dair bir çok uzman videosu seyretmeme rağmen ;) Önceliğimin o işte huzurlu çalışmak ve işe yarar olduğumu hissetmek olduğunu karşı tarafa anlatmaya çalıştım. Sanırım Türkiye gazetesindeki işimden ani bir kararla ayrılmamda da da maaş ve çalışma şartlarından önce başka şeyleri önemsememin bir sonucuydu. O kararım kimilerine göre anlaşılır değildi ancak  Christensen’in aşağıdaki cümleleri aslında her şeyi özetliyordu:

“Çoğumuz için bizi mutlu edeceği inancına kapılarak profesyonel başarının elle tutulur tuzaklarının aşırı tatminine odaklanmak, yapacağımız en basit hatalardan biridir. Daha iyi maaş. Daha saygın bir unvan. Daha güzel bir ofis. Tabii bütün bunlar, arkadaşlarımıza ve ailemize göre profesyonel olarak başarılı olduğumuzun işaretleridir. Ama işinizin elle tutulur yönlerine odaklandığınızda bazı sınıf arkadaşlarım gibi kendinizi bir serabın peşinde koşarken bulabilirsiniz. Bir sonraki maaş zammının size en sonunda mutlu edeceğine inanırsınız. Bu, umutsuz bir arayıştır.”

Umutsuz bir arayışa kapılmayıp işten istifa etmiş ve kendime güneş gören güzel manzaralı bir yerde kahve ısmarlamıştım. İçimde kaybetmeye başladığım huzuru bulmak yine benim elimdeydi. Bazen her şeyin bittiğini sandığımız yerde aslında bazı şeylerin yeniden başlamak üzere olduğunu fark edemeyebiliyoruz. Bazen de bazı şeyleri bitirmek, sonlandırmak bizim elimizde oluyor ve bunu yapmamız gerekiyor. İlkini yaşayınca ikincisini yapmak benim için üstün bir cesareti gerektirmedi. Koca bir holding binasından arkama bakmadan çıkıp giderken altın kafesten kaçan bir kuş misali özgürlüğüme doğru adım attığımın da bilincindeydim.

Kitabın devamında “Motivasyon teorisine göre kendinize çoğumuzun alıştığından farklı bir dizi soru yöneltmeniz gerekiyor. Bu iş benim için anlamlı mı? Bu işi kendimi geliştirmem için bana fırsat tanıyacak mı? Yeni şeyler öğrenecek miyim? Şöhret ve başarı için fırsat yakalayacak mıyım? Bana sorumluluk verilecek mi? Sizi motive edecek şeyler bunlardır. Bunu doğru anladığınızda işinizin daha ölçülebilir yönleri önemini yitirecektir.” diyor Christensen. İşte tam bu noktada alınan bütün kararlar, vazgeçişler, yeni başlangıçlar anlam kazanıyor. Belki bir işte şöhret kazanmak motivasyon maddelerinin ilk sıralarında yer almasa da olur ancak girişilen her işin bize bir şeyler katıp katmadığı, bizi tüketmek yerine bizi zenginleştirip zenginleştirmediği (maddi zenginlikten, yüksek maaştan bahsetmiyorum), olumlu anlamda bize yeni sorumluluklar katıp katmayacağı son derece önemli.

Olmak İstediğim İnsan’da en şaşırdığım satırlardan biri gelecekle ilgili plan yapmak hakkında Christensen’in yazdıklarıydı.

“Öğrencilerimin ve birlikte çalıştığım genç insanların, önlerindeki beş yıl için kariyerlerini adım adım planlamaları gerektiğini düşünmelerine her zaman şaşırmışımdır. Çok başarılı insanlar ve çok başarılı olmaya aday olanlar sıklıkla, tam da bunu yapmak için kendilerine baskı uygularlar. Liseden başlayarak yaşamlarında tam olarak ne yapmak istediklerini somut olarak bilmek zorunda olduklarını düşünürler. Bu inancın altında yatan örtük varsayım ancak işler çok kötü giderse vizyonlarından sapma yapabilecekleridir.”

Kafamda hayallerim, hedeflerim her zaman oldu ama ‘geleceğe dair hedeflerinize mutlaka yazıya dökün’ diyen birçok kitap okumama, uzman dinlememe hiçbir zaman bunu yapmadım / yapamadım. Bir insanın hayalleri, umutları ve hedefleri olmadan yol alabileceğine inanmıyorum. Lakin 5-10 yıllık planlar yapıp bunları gerçekleştirmek için büyük çaba sarf etmek; gerçekleştiremeyince o maddeleri değiştirmek ne kadar gerçekçi, akılcı bundan emin değilim. Zaten Christensen de “Bu şekilde bir plana odaklanmak sadece belirli durumlarda anlam ifade eder.” diyor. “Gerisi hikaye” demeye getiriyor.

Çok değil daha geçen hafta biraz da benim dışımda gerçekleşen bir olayın merkezinde buldum kendimi. Başta biraz gururum okşanır gibi olunca hoşuma gitti ama bir zaman sonra tüketildiğimi hissettim. Birkaç kişiye bu durumdan duyduğum rahatsızlığı dile getirdim; onlar da ‘açık açık söyle, devam etme” deyip aslında yanımda yer aldılar ve beni rahatlatmaya çalıştılar. Ancak kafama silah dayanmadığı halde en baştan böyle bir şeyi kabul etmiş olduğum için şikayet etmeye de hakkım olmadığını düşünerek kendimi teskin ettim. Madem ‘tamam’ deyip başladım, öyleyse sonuna kadar o işi götürmeli, şikayet de etmemeliydim.

Christensen de buna benzer bir şey söylüyor: “Rahatsız edici ahlaki ödüllerin sonuçlarından kaçınmanın tek yolu bu ödünleri baştan itibaren vermemektir. Bu yolda atılan ilk adımın farkına vardığınız anda geri dönün ve ters yönde yürümeye başlayın.”

Olmak İstediğim İnsan kitabından birkaç notu daha paylaşıyorum. Düşünceleri harekete geçirme adına faydalı olması ümidiyle:

“Havucu yumuşatan sıcak su yumurtayı katılaştırır. Ebeveyn olarak çocuğunuzla denediğiniz birçok şey işe yaramayacaktır. Bunu yenilgi olarak görmek çok kolaydır. Halbuki tam tersi söz konusudur. Kendiliğinden beliren ve önceden belirlenen strateji – planlarınızla beklenmedik fırsatlar arasındaki denge – tartışmamızı hatırlayacak olursanız yanlış bir şey yapmanın başarısızlık olmadığını bilirsiniz. Tam tersi, neyin işe yaramadığını öğrenmiş durumdasınız. Şimdi başka bir şey deneme zamanının geldiğini biliyorsunuz.” (s.75)

“Zamanınızı ve enerjinizi gerek gördüğünüzde yapmak üzere ertelerseniz çok geç kalmış olabilirsiniz. Ama kariyerinize henüz yeni başlamışsanız tam da bunu yapmaya meyilli olacaksınız: Kişisel ilişkilerinize yatırım yapmayı erteleyebileceğinizi varsaymak. Erteleyemezseniz. Bu ilişkilerin yaşamınızda meyve vermesini sağlamanın tek yolu, onlara ihtiyaç duymadan çok önce onlara yatırım yapmaktır.” (S.87)

İlkelerinize zamanın yüzde 100’ünde bağlı kalmak, yüzde 98’inde bağlı kalmaktan daha kolaydır. Sınır -kişisel ahlaki çizginiz- aşmadığınız için güçlüdür; eğer meşrulaştırarak onu bir kez aşarsanız bunu tekrarlamanızı önleyecek hiçbir şey yoktur. Neyi savunduğunuza karar verin. Ve onu her zaman savunun. (S.161)

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir