Kendi işinin patronu olmak çok uzak bir hayal mi?

Topluluk platformu Stage-co’nun 7 Ağustos Pazartesi akşamı düzenlediği “Kurumsaldan Sonra Hayat Var mı?” konulu panelini dinlemeye gittim. Panelin moderatörü Stage-Co’nun kurucularından Neşen Yücel; konuşmacılar da Kramp Reklam Ajansı Kurucusu Ahmet Akın, Habit’in Kurucusu İlker Çağlayan ve Abrosa Kurucusu Tülay Korkmaz’dı. Halk ağzında “el işinde çalışmak”tan sıkılan veya işten çıkarılan insanların kendi ekmek teknelerini nasıl oluşturduklarına, o değirmenin dönmesini nasıl sağladıklarına dair deneyimlerine birinci ağızdan tanıklık ettim.

Etkinliği düzenleyenleri ve konuşmacıları daha önce tanımıyordum ancak iki saat süren panelde her biri, kendi yaşam deneyimlerini öyle bir anlattılar ki derinden etkilendim. Gerçi o gün ay tutulması da varmış, panelden sonra girdiğim depresyonu biraz da ona bağladım ;) “Kurumsaldan sonra hayat var mı?” sorusunun cevabı öyle güzel arandı ve konuşmacılar o kadar iyi anlattı ki ben kendimi inanılmaz kötü hissettim. Zaten epey bir süredir hayatıma dair sorguladığım bazı konulara yoğunlaşınca, üstünü örttüğüm bazı rahatsızlıklarımla tekrar yüzleşince moralim ister istemez daha çok bozuldu. Ben panelde aktarılan “kendi işini kurma” hikâyelerini irdelerken ve kendi içimde bir yolculuğa çıkarken “Başarıya ulaşmanın en kestirme yolu modellemektir.” sözüne istinaden konuşmacılardan notlarımı kısaca paylaşacağım:

Neşen Yücel, uzun süre bankacılık yapmış, çok zor görevlerde çalışmış. “Kedisiyle yalnız yaşayan bankacı bir kadındım, kurumsal hayattan kurtulmam 38 yaşını buldu.” deyince “İyi bari daha bir yılım var sayılır.” deyip teselli buldum. Neşen Yücel, İzmir Karşıyakalı’ymış, ismi gibi çok neşeli bir hanımefendi. Bende çok komik biri olduğu izlenimi uyandırdı, eminim moderatörlüğünü üstlendiği bütün etkinlikler böyle eğlenceli geçiyordur. 

Tülay Hanım da İzmir Karşıyakalı’ymış ama İstanbul’a yerleştikten sonra “İzmirliyim” demeye başlamış. İleri sürüş teknikleri konusunda oldukça uzman, hatta öyle böyle değil baya baya uzman. Türkiye’de bu konuda tek olduğunu, bütün ısrarlara rağmen de sürücü kursu açmadığını ve kimseden destek görmeden tek kişilik bir ordu gibi işini dosdoğru yapmaya devam ettiğini anlattı. “Hiç kimseden hiçbir şeyi kopyalamadım. Kendi eğitimlerimi bile her seferinde değiştirdim, kendimi tekrar etmedim.” dedi. Benim gibi araba kullanmayı sevmeyen, İstanbul gibi bir yerde araç kullanmaya hiç yeltenmeyen çünkü buna cesaret edemeyen biri için eğer tekrar direksiyon başına geçme günü gelirse Tülay Korkmaz’ın kapısını çalmak gerektiğine inanıdım. Tülay Hanım, hayattaki duruşuyla soyadının hakkını kesinlikle veriyor; iddialı ama bir o kadar kendi halinde tavrı çok hoşuma gitti.

“İnandığınız işi yaparken çok da idealist davranmayın. Şartlara ve hayatın gerçeklerine uygun adımlar atarak esnek davranın.” derken mükemmeliyetçiliği yüzünden çoğu adımınında geciken ben, ona hak verirken buldum kendimi. 

Ahmet Akın, konuşmacılar arasındaki en olgun kişiydi; epey de karizmatik bir adam. Hep düşük perdeden konuştu, sanırım kendi içinde çok yükselmiş, yükseldikçe de alçakgönüllü bir ruha bürünmüş. Alçak tondan konuşmasının sebebini buna bağladım. Hani karşısına oturup saatlerce konuşmasını dinlesen sıkılmayacağın, hatta uhrevi bir yolculuğa bile çıkabileceğin bir kişilik. Görmüş geçirmiş, yükselmiş düşmüş tekrar ayağa kalkmış. Gocunmamış, komplekslerini törpülemiş. Bütün tecrübelerini birkaç dakikaya sığdırması elbette mümkün değildi ama onu dinleyince almak istediğim bazı kararlarda aslında o kadar korkmamam gerektiğini anladım. Peki neler söyledi Ahmet Akın?

  • Yaptığınız işi seviyor olabilirsiniz ama onun asıl hangi tarafından zevk alıyorsunuz? Ortada bir pasta var ve onun dilimini belki daraltmanız gerekebilir. Enerjinizi her şeye bölmek yerine sizi en mutlu eden parçaya odaklayın.
  • Zihin çok karışıktır, birçok senaryo üretir ve olumsuzluğa daha yatkındır. Bu durumda güvendiğiniz kişilere danışmak, onların gözünden sizi dinlemek daha önemli. Onlara “Sen bende ne görüyorsun?” diye sormalı. Bu, eşik atlamanıza yardımcı oluyor. Hangi sesi dinlemeniz gerektiğini doğru seçmelisiniz. işte bu noktada olgunluk ve birikim devreye giriyor. 
  • Anlatmak veya yazmak çok işe yarıyor. Rahatsız olduğunuz durumlar, yapmak istedikleriniz ve hedeflerinizle ilgili fotoğraf ortaya çıkıyor.
  • Girişimcilik benim genlerimde yoktu. Ama girişimciliği öğrenemezsiniz diye bir şey yok.
  • Bazı anlar fırsatlar, yakınınızdan geçerken elinizi uzatıp yakalamanız gerekiyor. Yoksa fırsatları kaçırıyorsunuz.
  • İş kurduğunuzda çok güvendiğiniz kişiler size destek olmayacak. Onların bu tavrını kişisel algılamayın. Hiç ummadığınız yerlerden destek geliyor.
  • Girişimcilik her gün yeniden tasarlamak gibi. Her yıl yeniden girişimde bulunuyor, her gün yeniden önemli adımlar atıyorsunuz.
  • Sabır çok önemli. Hangi süreçleri hızlandırabileceğinizi, hızlandıramayacağınızı kabul ederek sabretmelisiniz.
  • Başlangıçta iş küçük olunca sempatik oluyor. Müşteriler bu durumu birkaç yıl hoş karşılayabiliyor. Ama 3-5 yıl sonra işi büyütmek gerekiyor. Zaten iş size “artık büyü” diyor.

“Adam olayı aşmış” derler ya, İlker Çağlayan da öyle. Ben kendisini bu söyleşi sayesinde tanıdım ama aslında belli bir çevrede tanınmış biriymiş. Ayn Rand’ın “Hayatın Kaynağı” kitabını okuyup bitirdiği günün ertesinde işten istifa etmiş. Hatta işsiz bir hayata dair hiçbir hazırlığı, planı olmadan. “Üstelik beş parasızdım” diyor. Bunu okuyup hemen Hayatın Kaynağı kitabını almaya koşmayın; herkesin kendi gerçekliğini yaşadığını da göz ardı etmeyin. Zaten İlker de “O kitaptakilerin %90’ına katılmıyorum ama geri kalan %10 hayatımı değiştirdi.” diyor. Yaşam deneyimlerinden aktardıklarından bazıları da belki bizim hayatımızı değiştirir; benim en azından o akşam hayatıma dair bakış açımı netleştirdi:

  • Hayatta gerçekten sevdiğiniz şeylerin peşinden koşun. Bu noktada bencil olun. Başkalarının söylediği şeyi yapmak zorunda değilsiniz. 
  • Beyin çok değerli bir organ ama beynin bütün yaratıcılığını başkalarının işleri için harcıyordum.
  • İstifa edince ne kadar para kazanacağım çok da önemli değildi. Pek fazla maddi kaygıya düşmezseniz bir şekilde geçiniyorsunuz.
  • Şirket kurduktan sonra her işi siz yaptığınız için kendinizi çok geliştiriyorsunuz.
  • “An”da kalmayı başarmaya çalıştım ama başta en büyük hatam kendimi işimle ilgili çok paralamak oldu. Gece gündüz işle uğraşıyor, gelen her mesaja anında cevap vermeye çalışıyordum. Planlı programlı olmaktan, zaman yönetiminden haberdar değildim. Herkese önerdiğim “anda kalma”yı kendim beceremez hale geldim. Yapacaklarımı takvime toplantı gibi koymaya başladım ve onlara kesinlikle uydum. Çocuğumla ilgileneceğim zaman işle ilgilenmiyor, mesajlarıma kesinlikle bakmıyorum.
  • Benim için artık kötü ve iyi diye bir şey yok. Pozitif ve negatif var. Yaşanan bir sorunla karşılaşınca artık “Yaşasın çözülecek yeni bir sorun var.” diyorum.
  • Başınıza gelen kötü bir şeyin sizi daha iyi bir yere götüreceğine inanıyorsunuz zaten üzülmüyorsunuz.

En çok buralardayım: Instagram | Facebook | Twitter | YouTube


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

4 Comments

  1. Rica ederim, belki de benzerlikler çok gördüğümden daha değişik şeyler bulurum diye merakla okurum bu tür yazıları, hayat deneyimidir sonuçta çok kişinin tatmadığı ve keşfedemediği şeylerdirler. Bu yüzden özellikle iş çevrelerinden olan insanların yüzlerini okumaya çalışırım ilk anda ve sonra da çizgilerdeki ifadeleri anlamaya çalışırım. Kısaca yaşamlar yüz hatlarından okunabilir hale gelir benim için. Çoooook şeyler söyle o suratlardaki çizgiler, öyle ki: Bir roman gibidirler adeta. Sevinç, hüzün, acı, yıkılmışlık, direnç, canavarlık, riya, riyakarlık… her ne ararsanız. evet çok ilginç değil mi? Bence de ilginçti başlangıçlarda :)
    Hoşça ve mutlu kalın. :)

  2. Hııım! Ben de kendi adıma 15-20 yıl kadar çalışan biri olarak ortak tespitler çok fazla mı desem yoksa herkes bir yere kadar aynı yoldan geçiyor mu desem daha olur diye düşündüm.
    Devlet memurluğundan ayrılıp ofisimi açtığım ilk yıl içinde ve ilk taahhüt işimde, ilk tespitim şu olmuştu. “Yaşamı ve kendimi, kendi adıma çalışmaya başlayınca anladım.” demiştim. 24 saat yetmiyor bazen ve gün çooook kısa geliyordu. Buna rağmen hiç yorgunluk hissetmiyor insan.
    Zevkle okudum yazınızı. Bütün mesele paçayı sıvamak, ne olacak demeden ve hiç durmadan koşturmak koşturmak koşturmak; yorgunluk nedir bilmeden.
    Para kazanamayabilirsiniz ama bir şekilde de kimseye muhtaç olmazsınız. Öyle garip bir durumdur işte. Para kazanmak çok farklı bir şey, ödün vermeden para kazanılmaz.
    Neyse, hoşça kalın. :)

Bu yazıya katkı sunun