Edebiyatçıların Edebiyatı

Çalışma masamın üzerinde epey bir süredir duran ve her akşam sindire sindire okuduğum bir çalışmaydı Yüz Yüze Konuşmalar – Yaşayan Edebiyat. Henüz birinci cildini bitirdiğim ve ikincisini okumak için sabırsızlandığım kitap, Telif Hakları Derneği tarafından hazırlandı ve Temmuz 2018’de Grand Pera Emek Sahnesinde yapılan davette katılımcılara hediye edildi. İçinde 50 edebiyatçının, yine 50 edebiyatçı tarafından kendileriyle yapılan söyleşiler yer alıyor. Bu anlamda çok kıymetli.

25 edebiyatçının hayat hikâyelerinden yazma alışkanlıklarına kadar kendilerine dair önemli ayrıntılara tanıklık etmek, benim için çok verimli bir okuma deneyimi oldu, çok zevk aldığım bir yolculuğa çıktım kitap sayesinde. Yüz Yüze Konuşmalar – Yaşayan Edebiyat projesinin YouTube kanalında bu söyleşilerin videoları da vardı, okumak yerine yazarın kendisinden dinlemek mümkündü. Önce kitabı okuyayım sonra videosunu seyrederim diye ertelemiştim ama bu yazıyı yazarken bütün videoların YouTube’dan kaldırıldığını fark ettim.

Usta edebiyatçıların, edebiyata dair değerlendirmelerini, hayata bakış açılarını, onların kalemini kuvvetlendiren süreci kendi ağızlarından okumak çok zevkli bir yolculuktu. Galiba ben söyleşi/röportaj yazıları ile deneme ve günlükleri okumayı diğer edebi türlere kıyasla daha çok seviyorum.

Kitabı edinerek daha fazlasını mutlaka okuyun önerisinde bulunacaktım ama etkinlikte davetlilere ücretsiz dağıtılan iki ciltlik eserin sahaf sitelerinde yaklaşık 400 TL’ye satıldığını görüp şaşırınca vazgeçtim. Dönüp tekrar tekrar okumak için birçok yer işaretledim ama yine de kitapların arasında unutulup gitmesin diye 19 edebiyatçının beni çok etkileyen cümlelerini aşağıda sıralamak istedim. Feyz almamız dileğiyle:

Adnan Özyalçıner: Yazar, kendi dünyasını anlatsa da yaşadıklarının siyasal, ekonomik, toplumsal dönemle olan ilişkilerine de değinmek zorundadır. O zaman yalnız kendi dünyasını anlatıyor denemez.

Nuri Pakdil: İyi bir yazar, yazarken neyi gerektiriyorsa rahatlıkla yapabilmeli. Büyük yazar, eninde sonunda parçalar zinciri. Dilbilgisi tutsaklığından kurtularak yürür kendi özgün yolunda.

Ferit Edgü: Ben yazarlığımı tanımlayacak olsam “dil işçisi” derdim. (…) Dil derken; gramer, yazım, noktalama açısından doğru, yanlışsız bir Türkçeden söz etmiyorum. Sizinle, yazar kişiliğinizle bütünleşmiş, yazdığınız her neyse, onun bir parçası değil kendisi olmuş bir dilden söz ediyorum.

Doğan Hızlan: En çok satanlara karşı da mesafeliyim. Neden derseniz çok satanların iyi olmadığından değil zaten belli bir satış potansiyelini yakaladığı için uzak duruyorum. Başarısız bir kitap kendi kendini yok eder, bu kadar çabaya gerek yok.

Rasim Özdenören: Öykü, edebiyat çevresinde kendi hakkını yerine getirebildiği ölçüde edebî bir ürün olmayı hak eder veya etmez. Öykü bir görüşü dile getirsin, bir soruna çözüm bulsun diye yazılmaz, öykü olsun diye yazılır.

Süreyya Berfe: Her şairin bir divanı, divan şairi olmalıdır. Her iyi şair, en az bir Divan şairini iyi bilmelidir. Olsa keşke… Bugün o hayat yok ama müthiş şiirler var.

Sevinç Çokum: Yazarlığımı bir çeşit kendimle savaş olarak tanımlarım. Bu da hiçbir zaman “oldum, tamam” dememekten kaynaklanır. Her zaman geriye dönüp daha iyisini yapmak için çabaladım.

İnci Aral: Edebiyatın zamanı, saati ağır çalışır. Bugün övülüp göklere çıkarılan yarın kaybolup gidebilir. Ya da adını duyuramayan biri yıllar sonra keşfedilebilir. Bir yazar ve eserleri hakkında karar verebilmek için zamanın tozununun toprağının savrulup gitmesi beklenmeli.

Necati Mert: Yazarlık, çalışma uzadığında makul süreyi aştığında yük olur bana. Keyfim kaçar. Canım sıkılır. Bunun dışında en büyük mutluluğumdur.

Mehmet Ragıp Karcı: Bazen bir yerimde yaralar açıyorum, bazen kapanmış bir yaramı deşiyor, üzerine tuz serpiyorum, bazen de o şiiri bütün yaralarıma merhem diye sürüyorum.

Selim İleri: Bence yazmak, uçsuz bucaksız yalnızlığı gereksinir. Yazar da o yalnızlığın insanı olmalıdır.

İbrahim Yıldırım: Bence öykü, Türk edebiyatın harika çocuğudur. Evet harikadır çünkü edebiyatımızın en seçkin örnekleri bu türde verilmiştir.

Abdullah Uçman: Her şey ucuzladığı gibi edebiyat da edebiyat eleştirisi de ucuzladı gibime geliyor. Özellikle genç nesil, ciddi anlamda araştırma veya okumalar yapmadan çalakalem yazıyor.

Oğuz Demiralp: Edebiyatı elitist bir uğraş olarak görmek ancak kültür düşmanlarının bakışının sonucu olabilir. Oysa edebiyat, teknik olarak herkesin yaptığı bir iş. Mektup, mesaj yazmak, blog yazmak, bunların hepsi teknik olarak edebiyat. Önemli olan meramını iyi anlatabilmek. O zaman iyi edebiyat olur. Onun için halka edebiyatı sevdirmek gerekir.

Abdülkadir Budak: Şiir huzursuzluktan çıkar.

Turan Koç: “Sanat için sanat” kulvarında yürüyenlerin yürüdükleri yolun oldukça dar olduğunu düşünüyorum. Hatta sanat için sanat anlayışının en geniş anlamıyla aldığımızda bizi birtakım çıkmazlarla karşılaştırılabileceğini düşünüyorum.

Hüseyin Su: Hayatımızda olup bitenlerden bazılarını da farkında olmadan yazıyoruz ve yazdıktan sonra bile çoğunu tanıyamıyoruz. Bir yazarın yaşadıklarının yazdıklarına yansımasının en sağlıklı biçimi bu olsa gerek. Adeta anonimleştikten, yani en genel anlamda insanileştikten sonra eserinize yansıyor, daha doğrusu sızıyor. Kısaca, birer insan olarak yazdıklarımızda mutlaka biz de varız, bundan hiçbir biçimde kaçamayız.

Tuğrul Tanyol: Şair âşık olmayı sevmez. Aşk bir teslimiyettir ama gene de âşık olur. Âşık ise şiir yazmaz, yazdığını söyleyen yalan söylüyordur. Aşk şiirden daha güzeldir çünkü ve o an onu anlatmak için “kelimeler kifayetsiz” kalır. Şair aşktan çok aşkın anısını anlatmayı sever.

Şükrü Erbaş: Hayal haneniz coğrafyanızla şekillenir, kalbiniz coğrafyanızla… aklınız, dünyayı dolaşır ama coğrafyanız parmak izinizdir. Kederinizi, öfkenizi, çığlığınızı, hevesinizi benzeteceğiniz hemen her varlık, beş duyunuzun alanına giren o coğrafyanın kendisidir.

6 Comments

  1. Güzel bir çalışma. Bu ifadeleri okuyunca ne geldi aklıma biliyor musunuz? Köylü ve şehirli insanların yürüyüş biçimleri. Şehirliler köylüler gibi yürüyemez, köylüler de şehirliler gibi ama her iki yerde de her ikisi istedikleri yere bir şekilde ulaşabilir. Ancak köylüler şehirde yürürken hiç zorlanmadan yürürler, şehirliler ise köy yollarında veya arazilerinde zorlanırlar hatta ciddi kazalar da yaşayabilirler. Çünkü köylüler sürülmüş araziler ve taşlık bölgelerde ayaklarını belli mesafede yani tesek ve taşlar yüksekliğinde ayaklarını kaldırırlar takılmamak için ancak şehirliler hep düz yollarda -kaldırımlarda- yürüdükleri için neredeyse ayaklarını sürüyerek yürümeye alışkındırlar. Bira uzattım, yazma konusu da böyle bence, kim ne derse desin. Eğer bir yola çıkılmışsa herkesin bir yürüyüş tarzı gelişir belli bir süre yürüdükten sonra.

  2. Tekrar sık sık yazılarını görmek çok güzel abi :) Uzun bir sesizliğin ardından dönüşün yine muhteşem oldu :) Özellikle benim gibi acemi ve nispeten yeni başlayan her blog yazarının mutlaka senden öğrendiği bir şeyler vardır.

  3. Elif, sanırım Doğan Hızlan “çok satanlar zaten yeteri kadar ön planda olduğu ve konuşulduğu için” benim onlar hakkında eleştiri yazmama gerek yok demek istemiş. Bir de eserin üzerinden yıllar geçip kalıcılığını kanıtlaması gerektiğini düşündüğü için çok satan kitaplara mesafeli duruyor. Katkın için teşekkür ederim ;)

  4. Merhaba Evren. Duymamıştım, iyi oldu haberdar ettiğin. Alıntılarını sevdim , Doğan Hızlan ne demek istemiş anlamadım. Çok satanları satış potansiyeli yakaladıkları için mi sevmiyor?

    Sevgiler

  5. Harika yazı için teşekkür ederiz! Gerçekten okumaktan zevk aldım, sen harika bir yazarsın. Blogunuza yer işareti koyacağınızdan emin olabilirim ve yakın zamanda geri gelebilirim. Harika yazınıza devam etmenizi, iyi bir akşam geçirmenizi kesinlikle tavsiye ediyorum!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir