Son dönemde nasıl daha iyi yazarım? sorusuna kafayı takmış durumdayım. Sadece “iyi yazmak” değil, iyi bir okur olmak, derinlemesine ve etkili bir okuma üzerine de kafa yoruyorum. Son birkaç haftadır farklı kişilerden blog yazmaya dair sorular aldım. Bununla ilgili daha önce birkaç yazı yazmıştım ancak o kişilere söylediklerimi yeni bir yazıda derleyip toparlamanın hem bana hem de blog yazmaya başlayacaklara faydası olacağını düşündüm.
Çünkü blog yazmak adına her geçen yıl yeni şeyler öğreniyor, farklı deneyimler kazanıyorum ve bu konudaki bazı fikirlerim değişebiliyor. Aslında bu uzun yazıyı yazmamın en büyük tetikleyicisi, bugüne kadar “blog yazma” ile ilgili önerilerin çok ötesinde olması. Öyle ki “SEO kurallarına uygun, doğru anahtar sözcüklerin %10 oranında kullanıldığı en az 600 kelimelik yazılar yazma” gibi ezber ve dayatmalardan hiç mi hiç bahsetmeyeceğim.
Küçük düşünmeliyim
- Yazıma, içerik hakkında en doğru fikri veren ve merak uyandıran bir başlıkla ve güçlü bir cümleyle başlamalıyım. (Bu konuda çok başarılı olduğumu söyleyemem.) Yazıyı bitirdiğimde başlığa tekrar dönüp içerikle ne kadar uyuştuğunu kontrol edip gerekirse başlığı değiştirmeliyim. Ama önerim, başlığa her zaman sadık kalmak. Çünkü aslında yazmaya başlarken bana eşlik eden ilk yol arkadaşım o başlıktı.
- Küçük düşünmeli ve tek bir olaya odaklanmalıyım. Blog, bir anlamda dijital günlük. Gün içinde birçok olay yaşıyorum, bir blog yazısında bütün gün başımızdan geçenleri tek bir yazıda elbette anlatabilirim ama artık tek bir olaya odaklanma vakti.
- Her ne yazıyorsam yazayım aslında o yazı, kendimi veya birilerini rahatsız edici olmalı. Sınırları aşan konuları ele almalı, hatta tabu olan konuları araştırmalıyım.
- Seçtiğim konu, okunmaya değer değilse yazmamalıyım. Ben dahil hiçbirimizin vakit öldüren bir yazıyı okumaya ihtiyacı yok. İşte bu sebeple:
- Yazımın en çarpıcı ve önemli özelliğinin ne olduğunu kendime sormalıyım.
Her sözcüğü hesaba katmalıyım
- Yazımın girişinde olay örgüsünden bahsetmeliyim, yazıyı özetlemeliyim.
- Yazdığım yazı üç yüz kelimeden de ibaret olabilir, bin kelimeyi de aşabilir. Yazımın uzunluğu ne olursa olsun tekrarlardan kaçınmalıyım. Bu amaçla:
- Her kelimeyi hesaba katmalıyım. Yazdığım yazıyı bitirip başa dönüp tekrar okurken şüphe duyduğum, fazla olduğunu düşündüğüm ve gereksiz gelen bütün cümleleri silmeliyim. Cümleleri, gereksiz kelimelerden; yazıyı, fazla cümlelerden temizlemeliyim. Otuz cümleyle anlatmaya çalıştığım konuyu aslında yirmi cümleyle anlatabildiğimi biliyorum. Hatta yirmi cümleyle anlattığım şeyi, on cümleyle de anlatabilirim.
Her sözcük benim sesim olmalı
- Kesinlikle özgün olmalıyım. Özgünlük, aşağıda bahsedeceğim “bir başkasının aynı konudaki yazısına atıfta bulunmama veya o yazıdan alıntı yapmama” engel değil. Seçtiğim her kelime benim sesim, cümlelerim kendi fikirlerim olmalı.
- Bu yazıyı kim yazıyor, kim anlatıyor? Çoğumuz kişisel blog tutmamıza rağmen bazı bloglarda yazıların üçüncü tekil kişi ağzından anlatıldığını görürüz. Benim günlüğümü neden bir başkası yazsın ki? Bundan dolayı;
- Yazıyı hangi ağızdan yazacağıma karar vermeli hatta “ben” demekten çekinmemeliyim. Burası benim bloğum ve bu benim günlüğüm. Kendi deneyim ve görüşlerimi paylaşıyorum. Tabii burada sürekli “ben” kelimesini kullanmaktan bahsetmiyorum.
Tıpkı metinler arasılık gibi: Bloglar arasılık
- Benzer bir konuda yazı yazmış başka bir bloğa atıfta bulunmaktan, o yazıyı referans göstermekten çekinmemeliyim. Yazımı tıpkı edebiyatta olduğu gibi metinler arasılıkla zenginleştirmeliyim. Aynı konuda daha önce yazdığım bir yazıya da atıfta bulunmalıyım.
- Yardım alma konusunda çekingen olmamalıyım. Yazacağım konu hakkında kitaplardan, makalelerden, daha önce o konuyu ele alan blog yazılarından yararlanmalı, gerekirse konu hakkında uzman birinden görüş almalıyım.
Sonuç paragrafı beni endişelendirmeli
- Anlatmamalı, göstermeliyim. Blog yazısından bahsediyorum, öykü veya roman yazmaktan değil tamam ama aslında hiç fark etmez. İyi bir yazı için tasvirimin güçlü olması gerekir. Hatta:
- İster blog yazayım ister edebî bir metin; yazdığım yazının türü ne olursa olsun gramerim iyi olmak zorunda. Zarf fiilleri, çatıları, özne yüklem uyuşmazlıklarını, nelerin anlatım bozukluklarına yol açtığını bilmeliyim. Blog yazılarıyla ilgili bunu bize daha önce kimse söylemedi değil mi? Çünkü bize sadece SEO kurallarına uygun özgün içerikler üretmemiz öğretildi.
- İyi bir başlık ve güçlü bir giriş cümlesi kadar son cümleler de çok önemli. Sonuç paragrafı beni endişelendirmeli. Yazımı bitirdiğim son cümlelerimi seçerken, adeta biriyle vedalaşırken sıkıca tokalaştığımı veya sımsıkı kucaklaştığımı düşünerek hareket etmeliyim.
- Yazım bitti mi? Son cümleyi de yazmış olmama rağmen her şey asıl şimdi başlıyor. Yazımı en baştan sesli okumalıyım. Kulak, gözün görmediği çoğu hatayı fark eder. (Bkz. Daha iyi yazmak için: Dilde tasarruf ilkesi)
Blog yazısı, bir rüya gibidir
- Blog yazısının belli bir türü ve kalıbı yok. Henüz çok yeni bir geçmişi var ve aslında tür olarak tam oturmadı. Bu sebeple blog yazarken deneyler yapmaktan çekinmemeliyim. Farklı üsluplar, değişik yazı türleri denemeliyim. Deneme, öykü yazarları da böyle yapıyor.
- Yazmayı ertelememeli ve yazıyı asla yarıda bırakmamalıyım. Aklımda bir yazı fikri oluştuğunda hemen oturup bilgisayarda yazmaya başlamadığımı, bir süre zihnimde o fikrin dönüp durduğunu kabul ediyorum. Ancak şu gerçeği de göz ardı edemem: Blog yazısı adeta bir rüya gibidir. Üzerine düşündüğüm konu hakkında kafamda dönüp duran cümleleri o an yazmazsam rüyadan uyanıp hızla unutmaya başlayacağımın farkındayım.
Yaşamak için beslenmek gibi: Yazmak için okumalıyım
- Yukarıda bloğun, tür olarak henüz oturmadığını söylemiştim ancak şu anki haliyle deneme ve günlük türüne daha yakın. Bu açıdan daha iyi blog yazıları yazabilmek için deneme ve günlük tarzı kitaplar okuyarak kendimi beslemeliyim.
- Montaigne’nin Denemeler’i, edebiyatçıların günlükleri başucu kitaplarım olmalı. Ve elbette;
- Ne okursam okuyayım kuşkucu bir gazeteci, meraklı bir araştırmacı veya derslerde başarılı olmak isteyen bir öğrenci gibi her zaman not almalıyım. Bana faydası olan pasif / edilgen bir okuma değil, etkin ve nitelikli bir okuma. Öyle ki:
- Her daim “yakın okuma” yapmalıyım. Dikkatle, yavaş yavaş, hassas gözler ve parmaklarla kapsamlı bir şekilde okumalıyım. (Bkz. Çok okumak mı az ama nitelikli okumak mı?)
Okuma önerisi: Blog yazarlarına kitap önerileri
Sinilerim bozulana kadar yazmalıyım
- Sadece bloğa değil kâğıda, deftere de yazmalı, hatta kendime veya arkadaşlarıma mektup yazmalıyım. O mektupları göndermek zorunda değilim. Maksat dilim ve kalemim gelişsin.
- Sinirlerim bozulana, gözlerim yorgunluktan kapanana kadar gerekirse her gün, deftere veya telefona ısrarla yazmalıyım. Bunlar günlük, deneme veya notlar olabilir; yeter ki yazayım.
Yaşadığımız her şeyin bu bloğa aktarılacak değerde olmadığını biliyorum. Yaşamadan yazılamayacağının, okumadan da yazılamayacağının farkındayım. Okuyarak dimağını beslemeyen biri, elbette yazabilir – herkes yazabilir- fakat o yazı ne kadar nitelikli ve kendini okutan bir yazı olur, tartışılır. Ben önce kendime, kendim için yazıyorum. Yıllar sonra dönüp bu yazıları okuduğumda “bu yazıyı keşke yazmasaydım” demek istemiyorum.