{Aralık ‘08 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}
Yeşildi kornası bisikletimin; lila rengi boyaları dökülmüş, alttan pası çıkmıştı. Sitedeki en eski ama en güzel bisikletlerden biriydi benimkisi. Düşmemek için kaybettiğim yarışlarda suç hep ona atılmıştı. Çocukluk yapbozumun en güzel parçasıydı. Sonra kötü eller kıskandı ve onu benden aldı. O günden beri pişmanım diyebilirim. Her zaman dört kat yukarı çıkarırken onu, birgün üşendim ve minik dostumun ısrarlarına rağmen apartmanda bıraktım. Hırsıza davetiye bu oluyormuş anlamış oldum. O gün onu son görüşümdü; bir daha başka bisiklet de almadım zaten.
Sitenin çocukları yarışlara bensiz devam ederken biz iki kardeş oyalanacak başka şeyler bulduk. Kapısını aşındırdığımız tesisatçı amca bütün artık boruları bize ayırır oldu. Şu ince su boruları var ya, işte onlar bizim yeni oyuncağımız oldu. Babamın da desteğiyle cephanelik ve sığınağa çevirdiğimiz evin garajı artık yeni mekanımızdı. Ben, kağıttan ok yapma görevini üstlenir; ağabeyim de boruları zararsız ama işlevli oyuncak silahlar haline getirirdi. Saatlerimizi, günlerimizi, hatta bütün yazımızı orada geçirir; yaz sonunda huzura kavuşmuş bir halde okulun yolunu tutardık.
Adapazarı zaten çok büyük bir yer olmadığından ve ev-okul arası mesafe de mümkün olduğunca kısa tutulduğundan okuldaki sınıf arkadaşlarımın çoğu aynı zamanda mahalle arkadaşlarımdı. Sene boyunca, yazın yaptığımız yarı yaramaz fakat son derece eğlenceli aktiviteleri birbirimize anlatırdık. Yaz döneminde yaşanan küslükler kokulu defter değiş tokuşuyla yerini sıcacık bir dostluğa bırakırdı. Gün sonunda minik dostumla barışmanın verdiği coşkuyla eve dönerken içimi inanılmaz bir huzur ve mutluluk kaplardı. Ne de olsa o kişi sizin en iyi oyun arkadaşınızdır; kırılamaz, üzülemez çünkü o üzülünce siz kahrolursunuz.
Hayatımın (en) güzelliklerini paylaştığım bu dönemin sonunu getiren bir gecede hayatımın en unutulmaz anılarına sahip olduğumu biliyorum. Uyandığınızda kendinizi yatağınızla beraber annenizin odasında bulunca aklınıza ne o bisiklet ne de yaşanan diğer güzellikler geliyor. Sadece sevdiklerinizi bir daha görememe ihtimalinin verdiği korku bütün mantığınızı sizden alıp götürüyor. Binadan en son çıkmanın getirdiği tedirginliğin fakat bunu başarabilmenin verdiği heyecanın o güne kadar hissedilen bütün duyguların üstünde olduğunu anlıyorsunuz. Yıkılan binalardan yükselen seslerin, insanların kıpırdamadan oturması, boşluklara bakan gözler size “Deprem” teriminin kitaptakilerden daha farklı bir anlamı olduğunu anlatıyor.
Hep merak ettiğim çadır hayatını bir hafta kadar zorunlu yaşadım. Koşullar ve sebepler hayalimdekinden çok farklı olsa da sevdiklerimle hatta tanımadığım halde seveceklerimle beraber aynı tentenin altındaydım. İlk şokun ardından yakınlara ulaşma çabaları başladı. En yakınlarım benimle beraber olsa da bilinçsizce haber beklediğim insan sayısı çok fazlaydı. Birkaç gün sonra yaşanan bir mucize herkese “hayatta her daim umut vardır” sözünü hatırlattı. Gün doğumunda kulaklarımıza gelen bir ağlama sesi ve emekleyerek enkazdan çıkan bir bebek ışığı takip etmiş olacak ki yaşama bir şekilde tekrar sarıldı. Onun sayesinde, “pes etmek” benim için o kadar kolay değil artık.
Bir süre kime ne olduğunu öğrenemedim. Zaten parmaklarıma uzanan bir el beni oradan çekip çıkardı. Artık koruyucu meleklerimle beraber o unutamayacağım manzaradan çok uzakta bir yerdeydim. Neleri kaybettiğimden ve neleri özleyeceğimden habersiz depremden sonraki yaşantıma bir adım attım. Zorlu geçen senelerin sonrasında başladığım yerde çok uzakta bir hayat yaşıyorum. Bir süre kaybettiklerimi inkar ederek insansız yaşayan ben, artık daha rahat iletişim kurabiliyorum.
Önceki hayatımda kırılamaz, üzülemez dediğim dostumu artık göremeyerek üzüyorum. İlk başlarda bu içimi kanatsa da zamanla yokluğa ayak uydurabilmeyi öğrendim ve artık baş edebiliyorum. Çocuklukta önemsenmeyen kıskançlıklar büyüdükçe yerini pişmanlıklara bırakıyormuş; artık bunu da biliyorum.
Dolu dolu geçen çocukluğum sert bir bıçak darbesiyle sonlandı ve artık nedense o yeşil kornalı bisikletimin hatıraları yerine, yaşadığım pişmanlıkların ve acının getirdikleri var. Her ne kadar derslerde bize öğretilse de “deprem” terimi benim için yeni bir “ben”in doğuşunu ifade ediyor. Sahip olduğum hayat deprem öncesi ve deprem sonrası olmak üzere ikiye ayrılıyor. Yapamadıklarımdan duyduğum garip pişmanlıklar ve yapacaklarımın geçmişi telafisi adımlarımı daha sağlam basmama yardımcı oluyor.
Düşmekten korkmuyorum artık çünkü üçüncü bir şansım olmayabilir. Kağıttan oklarım zaman zaman hedefi şaşırsa da nereye gittiği değil nasıl gittiği önemli diyorum. Yapbozumdan kalan son beş parça karışık duruyor. Bugüne kadar bana destek olup bu şekilde düşünmemi sağlayan tüm arkadaşlarıma minnet duyuyorum. Biliyorum ki parçaları ben oturtamasam da onlar benim için yapacak. Aynı minik dostumun yapmış olduğu gibi. Ona her ne kadar teşekkür edememişsem de aynı hatayı tekrar yapmayacağımı biliyorum. Gelen gideni aratmıyor ama gidenin yerini de dolduramıyor. Sahip olunanın değerini bilmek ve kaybedildiğinde bununla baş edebilmek her ne kadar söylenildiği gibi kolay olmasa da bir zaman sonra gerçekleşebiliyor. Özlendiğinde ise ufacık bir göz kırpış sizi o an’ a götürebiliyor.
Şu an olduğu gibi; Sene 1997 Aralık ayı, kalabalık bir günde ayıcıklı bir kartpostalın kapağında gözlerim; “Minik dostuma sevgilerle…”
Seni göremediğim her sene aynı gün söylediğim gibi, “nice senelere”… Meleklerin ışığı yolunu aydınlatsın, kanatları tüm kötülüklerden korusun seni. Birgün tekrar görüşebilmek dileğiyle…
Minik dostuN…
—-
e–vren günlüğü‘nün Aralık ’08 MisAfiR KaLeMi Dilara TAN, 1986 Adapazarı doğumlu. 7. sınıfın sonunda yaşadıkları 99 depremi sonucu ailesiyle İstanbul’a yerleşti. Şu an Marmara Ü. Fransızca Öğretmenliği son sınıfta okuyan Dilara, aynı zamanda İngilizce öğretmenliği yan dal öğrencisi. Fotoğraf çekmek ve tenis oynamak hobileri arasında. Sahaflarda dolaşıp üzerinde başkalarının yaşamışlığı olan eski kartpostalları toplamaya ve neresi olursa olsun çanta sırtta gezmeye bayılıyor. Ayrıca Dilara, Türkiye’nin ender blog yazarı bayanlarından biri: http://www.redpharos.com/
keşke bişeyleri anlayabilmek için böyle büyük üzüntüler yaşamak zorunda kalmasa kimse…
mümkün olsa da “keşke” ile başlayan bütün cümleleri çıkarabilsek hayatımızdan ve yerini sadece “iyi ki” lerle dolu cümleler alsa.
umarım bu hayat “KEŞKE” demek zorunda bırakmaz seni bir daha:))
kocamaaan yüreğine sağlık…
”Uyandığınızda kendinizi …” cümlesinden itibaren birbirini tanımayan ama o anı yaşayan o kadar çok insan var ki aynı şehirde olup da … ve o an her birimizin, o anı yaşayan her birimizin kendine gelmesi, yol yakınken hatalarından,bencilliklerinden,kibirlerinden kurtulabilmesi için bi vesile oldu,hayatını kaybedenler o vesileden nasiplenemediler ne yazıkki,hani her şerde bi hayır arama klasiği içine hakkıyla girebilecek bi şey deprem de ve bizim ”17 ağustosumuz” :(
Servetçim çok teşekkür ederim. Senin arkadaşlığın da benim için çok değerli. İyi ki tanımışım seni…
Yasemin Hanım güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Hayatımın nasıl değiştiğini anlattım aslında bir anlamda bu yazıda. Allah’ım böyle bir felaketi bir daha yaşatmasın kimseye. Tekrar teşekkürler…
Ne yazık ki acılarla yoğrulup gelen,yaşanmışlıklardan derlenen,kabuk tutmuş yaralardan iyileşmiş bu yazını, yüreğimden coşup gözlerime konan nemle okudum…Dilerim ki Allah bir daha böyle felaketlerle sınamasın sabrımızı ve dayanma gücümüzü….Sağ olasın Sevgili Dilara
önemle okudum bu yazıyı,tıpkı arkadaşlığımıza verdiğim önem gibi
Umarım hayat geri kalan kısımda acıtmaz seni.daha önceki kadar…
İyi ki varsın Dilara
Yorumlarınız için çok teşekkürler arkadaşlar. Ne mutlu bana ki en beğendiğim blog yazarlarından biri kendi yerinde bana yer verdi. Evrencim çok teşekkürler tekrar, tekrar…
Bendeniz benzer şeyleri yaşamışız seninle. Ne şanslıyız ki hayata tutunabilmeyi başarmışız.
Bu yazıyı yazdığım gün çok sevdiğim fakat kaybettiğim birinin doğum günüydü. Böyle birşey çıktı ortaya. Okuyan, yorumlayan herkese teşekkürler…
Oğluma kavuşmanın sevincini sekteye uğratan o gün yaşamını yitiren tüm insanlar için tüm kalbimle bir kez daha dua ediyorum.
Bu saatte bu maili gördüğüm için çok şanslıyım..ama beni aldı götürdü unutmak istediğm günlere..
Adapazarına yakın sayılırız ve hasarsız da olsa epey kötü atlattık ve uzun bir zaman evimizde kalmadık.İlk birkaç gün zeytinliklerde gördüğüm kalabalık(geceyide orda geçiriyordu herkes) ve oradaki her zaman arandığımız “dostluk” “elbirliği” “yardımlaşma” bana sadece MAHŞER gününü anımsattı..
o deprem zengin-fakir demeden birbirine burun kıvıran insanları burun buruna yaşamaya mecbur etmişti ve kimse sızlanmıyordu yardım ediyordu birbirine.Bütün çatışmalar,hırslar,ukalalıklar erimişti sanki ve Allah ı hatırlamıştı herkes.Her sarsıntıda artçı diye çıkıp dışarda kaldık uzun zaman biliyomusun?
Deprem..benim için delice bir sevdiklerimi kaybetme korkusu..bu yüzden bir gün komaya girdim o dönem ve ağır atlattım bunu.
Deprem benim için söylenmemiş sözler..gönderilmemiş mektuplar..benimle gömüleceğini bildiğim..
sızlattın kız..kalemine yüreğine sağlık,atlatıp hayata tutunman gerekiyodu.sevindim buna..
Geçmişe dair hiç bir şey silinmez,geçmişi temizleyerek yola devam edilmez.