{Evren’in Aydın Life Dergisi Eylül sayısındaki yazısıdır}
1940’ların sonu, 1950’lilerin başıdır. Bulgaristan’da yaşam, Türkler için iyice zorlaşmıştır. Çoluk çocuk çalışıp çabalayarak elde ettikleri ekinlerin ve kazançların çoğu devlet tarafından alınmakta, kendilerine çok az bir kısmı bırakılmaktadır. Bulgaristan Türklerinin gözü artık doğuda, Türkiye’dedir.
“Yaz kış demeden çalışır, tam da emeklerimizin karşılığını alacağımız vakit devlet hepsine el koyar, bize çok az bir buğday bırakırdı.” diyor 90 yaşındaki Hatice Nine. O ve ailesi o dönem Türkiye’ye göç eden “Göçmen Hayatlar”dan sadece bir tanesi. Bundan tam 90 yıl önce 1916 yılında Bulgaristan’da dünyaya gelir Hatice Nine. Çoçuk denecek bir yaşta evlenip Tuna boyunda çok güzel bir çiftlik evinde yaşamaya başlar. Eşi ve çocuklarıyla normal bir hayat sürmeye çalışırlarken değişen devlet politikaları altında ezilmeye başlarlar. Emeklerinin karşılığını alamayıp, geçim derdine düşmeye başlayınca, diğer komşuları gibi onlar da Türkiye’ye doğru göç yoluna düşerler.
“Bulgar komşularımızla her zaman iyi geçinirdik, hiçbir kötü anımız yok” diyor ve ekliyor Hatice Nine: “Onlar bizim traktörümüzü alır kullanırlardı, biz de onların başka bir şeyini…”
Göç yoluna çıktıklarında Hatice Nine henüz 35 yaşındadır. Kocası, 5 oğlu, bir kızı ve 4 hanelik komşularıyla ilk olarak İncirliova’nın “Hacı Obası Köyü”ne yerleştirilirler. Artık onların ömürleri boyunca kullanacakları / anılacakları bir unvanları vardır: Göçmen.
Hacı Obası Köyü’ndeki “göçmen hayat”larına bir cami avlusunda yer alan bir göz odada tam 2 yıl dayanırlar. Aydın’da göçmenler için mahalleler kurulduğunu öğrendiklerinde soluğu şehirde alırlar. Kemer mahallesi ve Orta mahallede de göçmen evleri inşa edilmiştir ancak Hatice Nine’nin gönlü Yedi Eylül Mahallesi’ndeki göçmen evlerindedir:
“İki sokak şeklinde evleri sıralamışlar ama hepsi çok önceden göç edenler tarafından tutulmuş. Şu an oturduğum ev boş, bir de en son sırada bir ev. Baktım buranın güzel bir bahçesi var. Çocuklarım da ufak daha, hem onlar oynasın, hem ben ekip biçeyim istedim.” diyor. Oysa evin odalarının çatısı bile yoktur daha. Oğlu ve eşi yavaş yavaş kargılıklarla odaların çatılarını yaparlar. Artık onların da başlarını sokabilecekleri bir yuvaları vardır. Burada bir kız çocuk dünyaya getirir. Karı koca Menderes’lerin çiftliğinde çalışmaya başlarlar. Pamuk tarlalarında çok çalışırlar, çok yorulurlar. “Adnan Menderes’i görür müydün?” diye sorduğumda “Senede bir defa gelir, uzaktan bize el sallardı” diye cevap veriyor.
Göçmen kuşlar geri dönüyordu her yıl ama onlar bir daha geri dönemediler geldikleri Tuna boyuna. 19 yıl önce eşini kaybeder, ardından iki oğlunu da arka arkaya. 2005 Ramazan Bayramı’nın ikinci günü kaybettiği evladı Hüseyin’in acısını unutamamış hala. Çünkü annesinin her ihtiyacıyla ilgilenen, ona en çok düşkün olan evladıdır Hüseyin. Almanya’da 27 yıl boyunca çalışmış, kansere yakalanınca İzmir’deki evine dönmüş ve 5 ay hiç kıpırdamadan yatmış. Hatice Nine, oğlu sağlığına kavuşacak diye hep başında beklemiş. “Hastalığı boyunca öleceğim demedi hiçbir zaman. Benim ameliyatlı bacağımla, kışın nasıl soba yakacağımla ilgilendi sürekli” diyor. Annesinin evine gelip arzu ettiği sobayı kuramadan, iki kızı ve bir oğlundan uzakta göçmen hayatını sonlandırıp göçüp gitmiş Hüseyin, annesinin kollarında. “Cenazesine ne eski karısı ne de çocukları Almanya’da oldukları için gelmediler. Çalışıyoruz dediler.” diyor Hatice Nine. Oğlunun garip öldüğüne üzülüyor…
Doğduğu topraklara ömründe bir defa gidebilmiş. “Her yer değişmiş, komşular da değişmiş.” diyor. Orada bıraktığı iki kız kardeşini de o gün bu gündür göremiyor, onlarla haberleşemiyor. Doğduğu topraklardan, kardeşlerden uzakta, iki oğlunu bir eşini toprağa vererek göçmen bir hayat sürüyor…
3 sokak halinde kurulan Göçmen Mahallesinde ilk zamanlar hep Bulgaristan Türkleri otururken bugün çoğu evlerini satıp başka yerlere taşınmışlar. Hatice Nine, mahallenin en yaşlı ve eski sakini. Onunla birlikte sadece 3 hane Bulgaristan göçmeni kalmış mahallede. Diğer evler de yavaş yavaş müteahhide kat karşılığı verilmeye başlanmış. “Biz buraya geldiğimizde her yer buğday tarlasıydı, sadece göçmen evleri vardı.” diyor Hatice Nine, medeniyetin çok katlı apartman gölgelerinin düşmeye başladığı 55 yıllık evinin bahçesinde.
Menderes’in Çiftliği’nde çalışmayı bıraktıktan sonra örgü örmeye, oya yaparak geçimini sağlamaya başlar tek başına. Artık gözleri görmüyor Hatice Nine’nin. Öyle ki, duvardaki fotoğrafların kimlere ait olduğunu bile unutmuş, yıllardır göremediği için… Şimdilerde 2 göz odada, tek başına bir yaşam mücadelesi veriyor. Oğlu Hüseyin ölmeden önce anne babasının mezarlarını alıp ayırmış. Sahip olduğu tek şey bir mezar ve yaşlılık aylığı. 2 kızı ve 3 oğlu hayatta ama dışarıda yaşıyorlar. “90 yılda sahip olduğum hiçbir şey olmadı” diyor ve ekliyor: “Sadece 17 torunum var. Leylekler bile geri dönerken geldiklere yere, ben sahip olduklarımı da yitirdim, toprağıma da kavuşamadım.”
Fotoğraf: Evren SOYUÇOK / Ağustos 2006
Her yerden bir vefasızlık yaşamış Hatice ninemiz..:( Evladı Hüseyin için çok üzüldüm aklımdan ilk geçen “iyiler çok yaşamaz” deniliyor doğru galiba oldu.. İnsanların ait oldukları topraklarda yaşama hakkı vermeyen zihniyeti kınıyorum!