KÖPRÜ

Temmuz 2009 MisAfiR KaLeMi Fatih KAVAS

{Temmuz ’09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır.}

Bugünlerde İstanbul’a üçüncü köprünün yapılması için çalışmalar başlatıldı. Artık iki köprü İstanbul için yeterli gelmemektedir. Çünkü İstanbul, bünyesindeki nüfusu kaldıramamakta ve her geçen gün artan nüfusla birlikte büyümektedir. Ulaşım sorununu çözmek için doğal olarak üçüncü köprünün yapılması şart olmuştur. Yıllardır devam eden göç sorunu çözülmedikçe İstanbul’a yapılacak olan üçüncü köprü yetmeyecek dördüncüsü de yapılacaktır.

Asıl sorun köprü değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uzun bir süredir çözemediği göç sorunudur. Yıllardır önü engellenemeyen bir şekilde Doğu’daki insanlar, Continue reading →

YALNIZLIK ÜZERİNE

{Haziran ’09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

Yalnızlık nedir? İyi midir, kötü mü? Bu konuda çok şeyler yazıldı, çizildi. Ama, yalnızlığı “yaşamak” nasıl bir şey? “İnsanda” nasıl bir duygu yaratıyor? İnsanı tırnak içine aldım, çünkü insan, sosyal bir varlık. Ancak, birlikte yaşayarak, paylaşarak var olabiliyor.

Yalnızlığın insanlar üzerinde yarattığı duygu, çok farklı. Örneğin; Schiller, “Asıl yalnızken, yalnız değilim.” derken; Goethe, “Yalnızlık en büyük servettir.” derken; Epictetos, “Geceleyin kapılar kapanıp da, ışıklar söndüğünde, odamda yalnızım deme, yine yalnız değilsin.” derken; Sühreverdi, “Yalnızlık fena arkadaştan hayırlıdır.” derken, farklı felsefi nedenlerle de olsa, yalnızlığın iyi bir şey olduğu kanısındalar. Bir anlamda yalnızlıktan mutluluk duyuyorlar.

Buna karşılık Çehov, “Kendini yalnız hisseden insan için her yer çöldür.” sözleriyle benim duygularıma tercüman olmaktadır. Evet, yalnız insan için, her yer, çöldür; eğer yalnızlığı seçmediysen; eğer zorunlu olarak yalnız bırakılmadıysan…

Uzun zamandır içimde bir türlü hafiflemeyen bir acı var! Hiçbir yerde duramıyorum, özellikle evimde. Yalnızlık üzerine okurken şunu fark ettim: Hafiflemeyen acımın ilk nedeni özlemse, ikinci nedeni, istenmeyen, zorunlu yalnızlık. Bir başka söylemle; paylaşmak istediğinle, artık hiçbir zaman, sonsuza kadar paylaşamayacağın olgusu, gerçeği.

Bir tanım da benden: Kapının zilini çaldığında, açacak (açmasını istediğin) kişinin olmaması, anahtarla açıp girmektir yalnızlık.

—-

e-vren günlüğü’nün Haziran ’09 MisAfiR KaLeMi olan Lale Kalpakçıoğlu‘nu ağırlamaktan onur duydum. Türk edebiyatının en önemli eleştirmeni, dev ismi sayın Fethi Naci‘nin eşi Lale Hanım; yazısını kendi fotoğrafıyla yayınlama isteğime Naci’min gülen fotoğrafı bana yeter yanıtı üzerine ilk kez bir MisAfiR KaLeM yazısını şahsına ait olmayan ama aşkına ait bir fotoğrafla yayınlıyorum. Beni kırmayıp bu yazıyı yazma zahmet ve nezaketinde bulunan sayın Lale Hanım’a teşekkür ediyor; bu vesileyle rahmetli Fethi Naci’yi bir kere daha rahmetle anıyorum.

e-Muhtıra

Darağacında Halk İradesi;

Demokrasi Adımları ve Darbe Naraları:

e-Muhtıra

{Mayıs ’09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

Demokrasi halk iradesinin etkin olduğu, azınlıkların haklarının korunup güvenceye alındığı, sosyal eşitsizliği yok etmeye ve fırsat eşitliği sağlamaya çalışan bir yönetim şekli. Günümüz dünyasında ülkemiz dışında demokrasinin bu kadar çok tartışıldığı bir ülke örneği olmasa gerek. Seksen beş yılını dolduran Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri hala tartışılmakta ve demokrasi kavramı sürekli irdelenmektedir. Ülkemiz siyasi tarihinde demokrasi daima bir amaç olmuş ama yapılan uygulamalarda bir rol model olma özelliğinin önüne geçilememiştir. Daha birkaç hafta önce demokrasinin rol model olma vasfına sahip olduğu ve ülkemizde sıkça rastladığımız demokrasi sektelerinden birisinin; e-muhtıra’nın ikinci yılını geride bıraktığımızda, ortaya çıkan sonuç haksız olmadığımız fikrini bir kez daha kanıtlamaktadır bizlere. Şimdi ülkemiz siyasi tarihinin en sıcak darbe girişimi olan e-muhtıra’yı kısaca hatırlayalım: Continue reading →

Yaprak Dökmezdi Hiç Umutlarımız

{Nisan ‘09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır} 

Hayat, nehre düşen yapraklar misali mecburi yolculukların pençesinde sürüklüyor bizi çoğu zaman. Daha el kadar bir bebekken farkedemediğimiz bir hızla büyüyoruz. Ve biz büyüdükçe değişiyor bir bir hayal köşklerimiz, artıyor sorumluluklarımız çığ gibi. Dünya sanki daha bir yükleniyor omuzlarına insanın. Unutuyoruz gezindiğimiz pembe bulutları. Unutmak zorunda kalıyoruz. /Yeri neredeyse teğet geçen ayaklarımız daha bir sağlam basmaya başlıyor taş zeminlere./ Kanatlarımızı ardımızda bırakıyoruz istemeye istemeye. Ve onlarla birlikte kendimizden bir parçamızı belki de… Büyüdükçe eksiliyoruz çocukluğumuzdan sanki milim milim… Açılıyor gözlerimiz, bakmak ve görmek arasındaki o ince çizgiyi farkediyoruz. Masumiyetimiz de renk değiştiriyor biz büyüdükçe. Küçükken hep beyaz olan, önce griye boyanıyor sonra yavaş yavaş siyaha bulanıyor. İşte o zaman alıp başını gidiyor yıldızlar ülkesine yürek; biz’siz.. Ama biz yine de saklıyoruz gönlümüzün gökkuşaklarını, herkesten habersiz. Bir zamanlar bizi sevimli kılan, etrafımızdakilere tebessüm olup yansıyan konuşmalarımız, şimdi yeri geliyor üzüyor, incitiyor nice kalpleri. Ağzımızdan çıkan sözlere pek dikkat etmiyoruz. Bazen öyle sözler sarfediyoruz ki onarması bir hayli güç. Çok sonra anlıyoruz ağızdan çıkan sözün, yaydan fırlayan ok misali olduğunu. Ve o ok, bir kere gitti mi bir daha dönmüyor geri. Diken olup saplanıyor önce ve sonra toz toz dağılıyor. Mutluluğu Kaf dağının ardında arıyoruz, ulaşmak içinse Anka kuşlarını bekliyoruz. Bir nefes kadar yakınımızdakini asırlarca ötede arıyoruz. Continue reading →

Senden Benden Bizden!…

{Mart ‘09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır} 

Hayat insana daha anne karnında seçimler sunuyor. Ya diyor “dünyaya geleceksin; yaşatacağım her türlü zorluğu aşacaksın, güçlü olacaksın, üstesinden geleceksin, büyüyeceksin” ya da “hiç boşu boşuna bu evreni işgal etmeyeceksin“. Ne yaptık; biz de hayata tutunduk büyümeye devam ediyoruz. Böyle bir giriş yaptım çünkü bu yazıda her şeyden bahsetmek istedim. İşten, aşktan, mutluluktan, hüzünden… Bu yazının içinde “sen” varsın “ben” varım “biz” varız. İçinde hepimizden bir şeyler olsun istedim.

Geçenlerde bir arkadaşım kendi çektiği bir fotoğrafı paylaştı benimle. İlk gördüğüm an o kadar çok güldüm ki ama sonra… Continue reading →

Bir Günde Kral Olmadık, Bir Günde Tahttan İnmeyiz

{Şubat ‘09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

Bir ara modaydı. Sağda solda, gazetede, TV’de Şeriat geliyor, 100 yıl geriye gidiyoruz, İran mı olacağız, muhafazakarlaştık, mahalle baskısı, Malezya gibi söylemler… Gına gelmişti. Haber sitesini açıyor, “kadını öldüresiye taşladılar!” Ulan noluyor diye haberi tıklıyordum. “İslam rejiminin kolluk kuvvetleri” diye başlayan cümleyi okuyunca dedim acaba hangi şehrimizde? Taa haberin sonunda Tahran diye bitiyordu (: Banane Tahran’dan diyesi geliyordu insanın… Bu konuda elma ile armutun kasti olarak karıştırıldığına inanıyorum. Bir kere şunu bilmek gerek: Osmanlı’da arapça bilen sayısı, günümüzde ingilizce bilen sayısı kadar ancak vardır. Neymiş Osmanlı zamanında bile halk arapça konusmuyormuş. Dilimiz öz ve öz Türkçe İMİŞ… Halife bizde olmasına rağmen, din önemli bir husus olmasına rağmen bu ülke şeriatla yönetilmedi. Recm olayı hiç yaşanmamıştır. Sanıldığı gibi halk cok eşli değildi. Bu olay kesinlikle ayıp karşınılırdı. Yasalarımız Türkçe idi. Yargıçlar Türk’tü. Hatta bu ülkenin insanları isyan edip padişahı indirtip yerine başka padişah çıkartmıştır. İstanbul’da bir grup kişi “müzik günah, ilahi günah, o günah, bu günah” diye kasıtlı dedikodu çıkartınca yeniçerilere verilen bir emirle, Sultanahmet camii basılıp Continue reading →

Geçip Giden Bir Yıl

{Ocak ‘09 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

Birkaç saniye bile olsun zamanı geri getirene bütün servetimi vereceğim demiş kral. Herkes bunun imkânsız olduğunu söylemiş krala. Zamanı geri getirmek gerçekten imkânsız. Zaman öyle hızlı geçiyor ki onu durdurmak mümkün değil. Küçükken büyümek ister insan ama büyüdüğü zaman da keşke tekrar çocuk olsam der.

İlkokula başladığım günü daha dün gibi hatırlıyorum. Ablamla beraber gitmiştik kayıt yaptırmaya. Okula giderken ağlıyordum okula gitmek istemiyorum diye. Genelde okula ilk başlayan çocuklarda hep böyledir. Oyunu bırakıp okula gitmek istemezler. Şöyle dönüp arkama baktığımda Continue reading →