Haber spikerliği bahane, konu daha mühim

Hayatımdaki birçok önemli olayı bloguma not düşerken spikerlik – sunuculuk eğitimlerinin sonunda çekilen demoyu blogumda paylaşmadığımı fark ettim. Oysa diksiyon dersleriyle başlayan sürecin ayrıntılarını zaman zaman bu sayfalara not düşmüştüm. Biz 10 yıl önce blog yazmaya başladığımızda -kim olduğunu yanlış hatırlamıyorsam- Gökçen Karan “Evren, videobloglar da çek, vloglar patlayacak” demişti. O zamanlar internet bağlantı hızı çok yavaştı, bırakın internetten video seyretmeyi, internete de bir şey yüklemek uzun mesai gerektiriyordu. Şimdiki gibi video çekmek için bu kadar çok cihaz yoktu. (Zaten en başta telefonlar kamerasızdı, hatta akılsızdı) YouTube bir açılıp bir kapanıyordu; içeriği, insanların kendi ürettikleri videolardan da oluşmuyordu. Karan’ın videoblog sitesi veya öyle bir projesi vardı diye hatırlıyorum. Hatta genç bir Türk kızın vloglarının bağlantısını göndermişti; o kız kimdi hatırlamıyorum; hâlâ videbloglar çekiyor mudur bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki ilk videoblogumu yayımladığım 2007 yılından bu yana benim tarafımda pek bir şey değişmedi. O zaman da haber sunmaya çalışıyordum bugün de… Nasıl mı; şöyle ki:

Continue reading →

ALIŞKIN DEĞİLİM

Hani ben alışkın değilim gizli saklı işler yapmaya. Elime yüzüme bulaştırırım ille de her şeyi. Sayın cemaat, muhterem davetliler! Bildiğiniz üzere vasiyetimi armut’ların altına saklıyorum. Gün gelir lazım olur, açar açar okursunuz. Okur okur, kıkır kıkır gülersiniz.

Mehmet Ali Birand‘ın Türkçe yanlışlarını not etmekten bıktım, Ali Kırca‘nın kamera karşısındaki karizmasına hasta oldum, Okan Bayülgen‘in ses tonuna hayran olmaktan kendimi alamadım. Biri Bizi Gözetliyor sessiz sedasız biterken, “efsa efsane” diye yırtınan Öykü Serter‘e içten içe güldüm.

Pazar günü Çine‘de ablamlardaydım, pazartesi de bütün gün İzmir‘de. Arşivlemeler tamam, sık kullanılanların hepsi linkibol bankasında. Alınması gerekenleri de not ettim. Şimdi Hüss‘ün tabiriyle “yatcaz kalkcaz” hayatı öğrenmeye gitcez :)

Evren Ana Haber Bülteninde

Tamam biliyorum, çok yerde yazıp söylemişimdir: Gözüm Ali Kırca‘nın koltuğunda, diye. Aşağıdaki videonun bu hayalimle yakından uzaktan bir alakası yoktur, öncelikle bunun altını çizmek istiyorum :) Çankırı‘daki Dünyanın Tadı: TUZ projesinin son günü katılımcı arkadaşlara seyrettirmek için komik bir şeyler yapalım dedik. Berkay’la ilgili videoların yanına bir reklam bir de ana haber bülteni eklemeye karar verdik. Tuz Projesi’ni dozunu kaçırmadan dalgaya almaya çalıştık ve çekimler sırasında gülmekten ikiye yarıldık ki sabaha zor toparlanıyorduk :) Şimdi aşağıdaki ilk video Erdinç tarafından, Merve’nin megapikseli düşük (!) fotoğraf makinesiyle çekiliyor. {Bütün görüntüler tek bir videoblogta birleştirildi. Bkz. aşağıda} Kendisi ve Duygu da kameranın arkasında kıs kıs gülüyorlar. Nihayet 5. denemede olayı bitiriyoruz :) 

Muhaberimiz Merve Öztaş’a meydanda bağlandığımız görüntü elimdeki cd’lerde çıkmayınca aradaki bağlantıyı bir fotoğraf karesiyle sağlamaya çalışıyorum :) Ana Haber Bültenimizin 2. Bölümü ertesi gün çekildi. Arkadaki Tuz Tv ambleminin olmayışından ve kıyafetimin farkılılığından anlaşılıyordur :) Çekimlerde gülmekten öyle çok vakit kaybı yaşıyorduk ki artık yanlış da konuşsak, gülsek de kesmeyip devam etmeye karar verdik. Asmalı Konak muhabbetine de değinmek istiyorum. Çankırı’da akşam yemeği için Asmalı Konak isminde muhteşem bir yere gittik. İşletme sahibine önceden haber verilmesine rağmen gece yarısı gözlemelerimize kavuşabildik ve o satten sonra yemek yesek de yemesek de farketmiyordu. Çünkü sinirler iyice gerilmişti :) İşte, resmen proje şebeğine döndüğümüz son görüntüler: 

TÜRK MUCİT

Perşembe akşamları televizyonun altını üstüne getirme akşamımdır. Okul dersleri bitmiş, haliyle yorucu bir haftayı geride bırakmışımdır. Yine kanallar arasında dolaşırken bu perşembe akşamı, NTV‘nin yeni yarışması Türk Mucit‘in tanıtımlarına denk geldim.

Kanal D‘yi açıyoruz, Dobra Dobra kavga ediliyor, Sabahların Sultanı Seda Sayan‘da dedikodular yapılıyor, öğleden sonra Esra Ceyhan milleti kışkırtıyor. Show Tv‘yi açıyoruz Serap Ezgü bağırıp çağırıyor. ATV‘de ismini hala öğrenemediğim bir bayan Yeter Artık programıyla seyirciye “yeter artık!” dedirtiyor. Popstar Alaturka, şarkı yarışmasından çok Bülent Ablamız ile Armağan eniştemizin aşkı üzerine kurulmuş vaziyette ilerliyor. Buzda Dans‘ta danstan çok kavga ediliyordu. Çok şükür bitti derken Şarkı Söylemek Lazım‘la Türk Milletine yeni bir uyku hapı verildi. Star Tv ne yapacağını şaşırdı; Amerikan askerlerini andıran bir kılıkta “şöhretsiz ünlüleri” Acemi Birliği‘ne soktu. Üstelik bütün bu programları bilmek için yayınlandıkları saatte ekran başında olmak da gerekmiyordu. Türk medyası hizmette sınır tanımıyordu: Ali Kırca üç siyaset haberinden sonra, Mehmet Ali Birand ise ilk flaş haberinde kanallarının dizilerini, sanatçıların olay aşklarını ana haber bültenlerinde ekranlara saçıyordu.

Televizyon yayıncılığının artık geriye dönüşü mümkün olmayan kirlenmesi nereye varacak kestirmek zor. Ne kanal adı ne de yarışma ve tartışma programları saymakla biter. Ama NTV’nin tanıtımlarından ve internet sayfasındaki kısa bilgilendirme yazısından anladığım kadarıyla ilk defa dişe dokunur bir yarışma programı başlıyor. Çünkü onlarTürkiye icadını arıyor! sloganıyla ve Teknoloji harikaları peşinde değiliz. Hayatı kolaylaştıracak orijinal projeler, insanların satın alacağı işler arıyoruz… diyerek son derece iddialı bir şekilde Türk Mucit’i ekranlara getirmeye hazırlanıyorlar.

Yine de en iyisi çok fazla kumandaya dokunmamak, televizyona elimizi verip kolumuzu kaptırmamak. {En azından kendi adıma…}

Ben Kabiliyetsiz miyim?

yunusevren_evrenkabil

BEN Mİ KABİLİYETSİZİM, YOKSA KABİLİYET DENEN ŞEY BAŞKA BİR ŞEY Mİ?

Şu kaderin işine bakın ki daha geçen hafta Pamukkale Üniversitesi’nden eski hocam (Yrd. Doç.) Turgut TOK’la akademik kariyer yapma üzerine konuşmuştuk.Yeni Türk Edebiyatına olan ilgimden, Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ’nin yanında yüksek lisans yapmaktan, ÜDS puanından, LES sonuçlarından dem vurmuştuk. Gönül elbette İsmail ÇETİŞLİ gibi bir hocanın yanında yüksek lisans yapmayı isterdi ama Pamukkale Ü. cehennemine bir daha dönmeyeceğimi Turgut Hocam da ben kadar iyi biliyordu. Ve cevabım üzerine akademik kariyer planlarım yeniden gözden geçirildi.

Öyle ki, ben aylar öncesinden yine bu sayfalarda Yeni Türk Edebiyatından yüksek lisans yapmak istediğimi yazmıştım. [Bkz.]

Yine kaderin şu cilvesine bakın ki daha 2 gün önce ADÜ’den bir hocamla odasında benim kabiliyetsizliğim üzerine konuştuk. Bilgilerim noksandı, hiç çalışmıyordum, bilgilerimi aktaramıyordum ve kariyer yapacağım diye yırtındığım Yeni Türk Edebiyatında kabiliyet denen üstün vasıftan yoksundum :) Beş Hececiler’in ismini bile bilmiyordum.

Öyle ki, değerli hocam sınıftan bir arkadaşla kıyaslıyor beni ve diyor ki: “O bile senden yüksek aldı.” Dönüp bakıyorum: “Bu mu!” İnanılır gibi değil ama gerçek. Benim bir ayda okuduğum kitabı o arkadaş bir yılda anca okuyor. İnanmazsanız karşınıza alıp bir konuşturun bizi :)

Kaderin şu işine bakın ki tekrar (!) bu arkadaşın sınav günü duvar kenarına oturup Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının sınıflandırılmış şemasını oldugu gibi duvara yazdığını öğreniyorum.Bense ezberleyememişim onlarca şahıs isminden oluşan şemayı. Ağacı çizmişim ama meyvelerini yerleştirememişim. Resim konusunda ilkokuldan beri “kabiliyetsiz”imdir zaten.

Sınav kağıdıyla tescillenen bu kabiliyetsizliğim sonucunda geçen hafta Pamukkale Ü. Fen Edebiyat Fakültesi’nde Turgut Hocamın odasında yeniden inşa ettiğim gelecek planlarımı ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nde tekrar değiştiriyorum:

Madem öyle, haydi Evren askere ! LES’e girmiş bulundum artık ama kaç puan gelirse gelsin kullanmak yok; hele hele Mayıs’taki LES’e asla girmek yok. Ne tezli ne tezsiz, Yüksek Lisans’ın hiçbir türünü yapmak yok. Günde 150 sayfa kitap okudun da noldu ? Aynen devam et, askerde 500’e çıkarır aradaki mesafeyi kapatırsın. Asker dönüşü git bir dershanede çalış, olmadı MEB’te öğretmen ol ama sakın üniversitede kariyer yapma !

Yine yine şu kaderin cilvesine bakın ki annem Safiye Sultan benim hep üniversitede kalmamı isterdi. Öğretmen olmamam konusunda Safiye Sultan’la hemfikirken bir noktada ayrılıyoruz: İyi de ben, profesör de olmak istemiyorum :)

Kader işte: Bugün edebiyatın, sinemanın, tiyatronun dev isimleri, zamanında “kabiliyetsiz” olarak nitelendirilmişlerdir. Ama onlar bunlara kulak asmadan bildiklerini okumaya devam etmişlerdir. “Ben kendimden eminim, yine de kendime güveniyorum” dediğimde, “bunun da başlı başına bir sorun” oldugunu söyleyen hocama rağmen, ben yoluma devam ediyorum.

PEKİ BEN GERÇEKTEN KABİLİYET(SİZ) MİYİM?
Turgut Hocam, Pamukkale’den ADÜ’ye geçeceğim zaman “Ege Üniversitesine geç, büyük denizde boğulmak daha iyidir.” demişti ve eklemişti: “Sen kariyer yapacak adamsın.”

Bugün yine bir üniversite hocası “kabiliyetsiz, bilgisiz” diyor bana. Kendime olan güvenimi ise ciddi bir problem olarak görüyor.

Victor Hugo adını hiç duymayan kaç genç vardır: Hiç! Peki TDE son sınıfa gelmiş ve Beş Hececilerin kimlerden oluştugunu bilmeyen kaç öğrenci vardır: Biir! O da ben :) Öğretmen her şeyden önce bir psikolog donanımında olmalı diye düşünüyorum 18 yıllık öğrencilik hayatımdaki tecrübelerimden yola çıkarak…

Öğretmen olmayacağım, profesör belki olurum… Ama yarın Ali KIRCA’nın masasında ben oturacağım! Ve bir gün kariyerimin zirvesindeyken ADÜ Fen Edebiyat Fakültesinin bir odasında kabiliyet(siz)liğim konusunda yapılan yorumu gülerek hatırlayacağım. “İyi ki” diyeceğim: Kabiliyetsizmişim :)

Bu yazı, ilk blogcu.com’da yayımlandıktan sonra buraya taşındı.