Asker Heyecanı

Biz Ramazan heyecanı içerisindeyken birden kendimizi yeğenim Çağrı‘nın askerlik heyecanı içinde bulduk. Dün akşam Safiye Sultan kendi elleriyle yeğeninin asker kınası yaktı; biz de âdettir ;) Çağrı’nın askerliği de benimki gibi çok ansızın ve telaş içinde oldu. Sanırım bu pek çok kısa dönem askerin başına gelen bir durum ;) KPSS dehâsı, beden eğitimi öğretmeni adayı Çağrı’nın beklenmedik askerlik görevi Ramazan’ın ilk günü bambaşka diyarlarda başlıyor. Bugün saat 14’te resmen açıklanacak KPSS puanını öğrendikten sonra yola çıkacak olan yeğenimin asker ocağında öğretmen olarak atanacağını ümit ediyoruz ;)

evrengunlugu.net

2010-2011 dönemindeki yayın süresince Acil İhtiyaç Projesi Vakfı‘nı, AİP Vakfı’nın proje ve çalışmalarını gönüllü olarak desteklemektedir.

Safiye Sultan e-vren günlüğü’nde!

Son Dakika Gelişmesi: Safiye Sultan e-vren günlüğü’nü ilk kez okudu!

Bunu buraya not olarak düşmemek olmazdı. Annem e-vren günlüğü’nü 2005’ten beri okuyan yüz binlerce insanın arasına nihayet birkaç saat önce katıldı :) Malum internetim 5 gündür yine kesikti. Safiye Sultan, bugün akşamüzeri bağlanan internetle beraber Ziya‘nın Continue reading →

Kütahya’nın Havaları

Kardeşim Ziya‘yı, vatani görevini yapması için birliğine teslim edeli 5 gece 6 gün geçti. TTNET’in artık bıkkınlık veren kesintileri sebebiyle bu haftayı günlüğüme not düşmekte geciktim. Geçen yıl ben askere gittiğimde yine bu vakitler derin bir sessizliğe bürünen e-vren günlüğü için aynı durum yaşanmış gibi oldu :)

Fotoğraf, Ziya askere gitmeden 4 gün önce, Kurban Bayramı’nın 3. günü Kardeş Köy‘de çekildi. Kardeşim, sözün tam anlamıyla tadını çıkara çıkara askere gitti. Benimkinin aksine o, aylar öncesinden Aralık 2008’de askere gitme kararı almış; başvurularını yapmış; apartman sakinlerinden Aydın esnafına kadar herkesle vedalaşmıştı :) Asker yemeği, kahvaltı davetleri, asker kınası, davullu zurnalı eğlenceler, asker uğurlamaları vesaire derken eş, dost, (bir kısım) akraba dahil hepimiz onun askere gidişini doya doya yaşadık. 

6 aylık zorunlu ayrılık öncesi Kütahya’nın merkezini dolaştık. Nüfusu Aydın’ın 2 katı olmasına rağmen belki haftasonu olmasından belki de havanın çok soğuk olmasından dolayı caddeler tenhaydı. Aydın’ın ilkbahar tadındaki kışı’ndan Kütahya’nın soğuk kışı’na adım attığımızda afalladık biraz. Seramikleriyle ünlü bu şehirde renkli manzaralarla karşılaşacağımı ümit ederken gri, kasvetli ve tozlu bir Kütahya ile karşılaşmak beni şaşırttı. Asker geliş gidişlerinde canlanan Kütahya’nın insanı ortalarda yoktu ama tek tük sohbet edebildiklerimiz de son derece yardımsever ve güler yüzlü insanlardı. Kulağıma fısıldandığına göre de içten ve samimi Kütahya halkı şu anki belediye başkanlarından hiç memnun değillerdi :) Kütahya’nın suyundan içen tekrar Kütahya’ya gelirmiş; biz kardeşimin yemin töreninde Kütahya’ya yeniden uğramak için şimdiden gün sayıyoruz.

Abim, en küçük kardeşim İbrahim ve Hüss ile Ziya’yı Kütahya’ya kadar götürdük. Acemi birliğinin önüne geldiğimizde pek çok kısa dönem asker, aileleriyle birlikte oradaydı; gurur ve hüznün bir arada yaşandığı bir kalabalığın içindeydik. Ağlayanlar, birbirine sarılanlar, hala nerede olduğunu idrak edemeyen ve kendisini yabancısı olduğu bir filmin içinde zanneden askerler, anne-babalar, kardeşler ve tanıdıklarla doluydu her yer. Herkes, kendi askerinin son kez fotoğrafını çekmenin telaşındaydı. Aynı telaşı görevli askerler de fotoğraf çektirmemek için gösteriyordu ama ne çare. Ziya, ille de ödenecek denilen vatan borcu için peygamber ocağı denilen askeriyenin kapısından girerken son kez Safiye Sultan‘la konuştu ve bizim unutamayacağımız, onun da hatırlamakta güçlük çekeceği bir anın karesi ortaya çıktı:

Bayramın 4. Günü Asker Kınası

Bu seneki Kurban Bayramı geçen yıllara nazaran {zaten geçen yılkinde askerdeydim} daha çok ziyaret ve misafirle geçti. Bayram ziyaretlerine Ziya‘nın asker vedası ziyaretleri de eklenince dakika hesapları yapıldı, ziyaret listeleri karıştı. İşin belki de en zevkli kısmı buydu. Bunlar birer tatlı telaştı :) Kurban Bayramı 2008’i de bugün Hüss‘le bir bayram ziyaretinde çekildiğimiz yukarıdaki kareyle uğurlayayım istedim. e-vren günlüğü’ne 2009 Kurban Bayramı’nın notlarının da düşmesi temennisiyle günün son gelişmesine geçeyim:

Safiye Sultan ne abimin ne de benim askerliğimde asker kınası hevesini alamamıştı. Bugün küçük bir organizasyonla Ziya’nın avucuna asker kınası yakıldı. Öncesinde dualar edildi, sonra avucun ortasına madeni para koyulup Safiye Sultan’ın göz yaşlarıyla kınanın üzeri kapatıldı. Hala asker havasına giremediğini söyleyen kardeşim, Kütahya‘da Hava Kuvvetleri’nde yeteri kadar bu havayı soluyacak nasıl olsa :)

Öğle Yemeği Buluşmaları

Akşam telefonumu şarja takmayı akıl etmiştim de alarmı kurmayı akıl edememiştim. Safiye Sultan Evren, saat 7’yi 10 geçiyor diye uyandırmasa öğleye kadar uyuyabilirdim :) Her sabah 06.50’de kalkıp anca hazırlanan biri olarak panikleyip nasıl kalktım, nasıl hazırlandım ve kahvaltımı hangi ara yaptım hatırlamıyorum :)

Bugünkü öğle arası için randevum 11. sınıflarlaydı. Geçen haftadan e.posta adreslerine bilgileri göndermiş, 26 Kasım Çarşamba günkü öğle yemeğini okulda onlarla birlikte yemek istediğimi söylemiştim. Bir öğrencim buradaki Evren Hocadan farklı olduğunuzu düşünüyorum demişti. Sanki okulda mecburen daha resmi davrandığımı dile getirmişti. Onlarla haftasonları sinemeya ya da parka gitmek isteyişimin, bu hafta öğle yemeğini onlarla beraber yeme fikrimin asıl sebebi algıladıklarının ötesindekini gösterebilmekti. Elimden geldiğince klasik bir öğretmen gibi davranmamaya çalışsam da zannediyorum o bir türlü barışamadığım takım elbise aramıza set çekiyor. Rahatlığı ve özgürlüğü seviyorum; ruhum aykırılıktan yana. Hal böyle olunca aslında hiç de farkım olmadığını düşündüğüm gençlerin karşısında uzaylı bir varlık gibi görünebiliyorum :)

Günler geçtiktçe her öğrencimi daha yakından tanıyorum. Hepsinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir dünyası var. Konuştukça, paylaştıkça, birlikte vakit geçirdikçe farklı özellik ve yönlerini keşfediyorum. Karşılaştığım bazı gerçekler beni mutlu ederken, hayatlarına dair bazı ayrıntılar da ister istemez üzülmeme sebep olabiliyor. Akıl vermek, öğütte bulunmak bana sevimsiz geliyor; bu sebeple dertlerine karşılık kurduğum cümlelere çok dikkat etmeye çalışıyorum. Sanki  çoğunun o yaşta yaşadıkları “yazsa roman olur” tarzında…

Akşam Ziya ile, askere giderken yanında götürmesi gereken eşyaların listesini yaptık. Geçen yılki halimi hatırladım. “Adı üstünde, gerçekten de -kısa- dönemmiş” dedim. Askerdeki dolabımın resmini bile çizdim; içinde ne var ne yoksa dünmüş gibi gözümde canlandırabildim. Cuma günü okul çıkışı listedekileri almaya gideceğiz. Geçen yıl, Harun’la beraber yapmıştık asker alışverişimi. Askerdeki günlerimi, asker dolabımı hatırlarken ve o günleri yad ederken asker arkadaşlarımı özlediğimi de farkettim. O muhabbetler bu gün yapılamıyor ne yazık ki.

Sevil Geldi

kalkmalıyım, saat kaç oldu acaba? her sabah bu müge anlı’nın sesiyle uyanmak zorunda mıyım. ne kadar dobra bir kadın, biraz da sert. kocasına karşı da böyle midir acaba. aaa ben onu rüyamda gördüm şimdi hatırladım, ama eşref saati dizisinin başrolündeki kız olarak gördüm. yani ses müge anlı, görüntü o dizideki kız. tekrar askere gitmişim, 45 gün daha askerlik Continue reading →

Doğunun Batısı: ELAZIĞ

Sevgili Elazığ, askerden döndüğümden beri seninle ilgili hiçbir şey yazmamış olmam rahatsız etti beni. Oysa sen, misafirperverliğinle, insana güven veren sıcaklığınla benim bu vefasızlığımı haketmiyordun.İnternette, askerlik yerim açıklandığında şok olmuştuk. “Elazığ nerede!” deyip, internetten haritadaki yerine bakmıştım. Aman Allahım ne kadar uzaktın Aydın’a. Annem gözyaşlarına boğulmuştu birden. Biz Konya’dan ötesine geçmemiş bir aileydik. Nasıl da gözümüzde büyümüştün. “Doğu’nun Batısı’dır” demişti Hüseyin Sinan abi senin için. Bağrından çıkartıp büyüttüğün Bodruk ailesini aramıştı.

12 Aralık sabahı ayak bastım topraklarına. Sevgili Mehmet abi karşılaşmıştı beni, hala neresi olduğunu hatırlayamadığım bir caddende. İlk zamanlar havanın Aydın’ın havasına benzediğini söylüyordum evdekilere. Güneşli, ılık. Sonra hayatımda görmediğim kar ve hissetmediğim soğuyu yaşadım. Ne bitmek bilmez bir rüzgarın vardı öyle. Nisan gelmiş hala üşümüş, mayıs yarılanmış rüzgarından gözümüzü açamamıştık. Tozun da rüzgarın da aklımda kalan en önemli ayrıntılar oldu.

Peki ya insanın, Elazığlılar… Ben bugüne kadar Elazığlılar kadar yardımsever ve iyi insanları henüz görmedim. Bunda hem Elazığ esnafının alışverişlerdeki tavrı hem de Bodruk ve Yüksel ailelerinin payı çok büyüktür. Askeri, polisi ve öğrenciyi sevdiğin, sıkmadığın herkesçe söylenir durur zaten. 156 gün boyunca Enes, Mücahit, Mehmet ve Fahrettin abiler yalnız bırakmadılar beni. Misafirini nasıl ağırlayacağını bilemeyen Elazığlılar, yabancı da olsa insanlara güven konusunda hiçbir tereddüt yaşamıyordu. Yeğenim Zühre ziyaretime geldiğinde tatlıcıya paket yaptırırken, beklerken yiyelim diye bir tabak tatlı ikram etmişlerdi bize. 3-5 kuruşun hesabını yapmayan bir esnafın var uzun lafın kısası

Çarşı izinlerinde tek sıkıntım her tarafta et türü yiyeceklerin olmasıydı. Birgün pizzza pizza’nın yerini bulmuştum da nasıl da kendimden geçercesine yemiştim pizzayı. Bir de sürekli gece açan, gündüz kapanan gri gökyüzün yok mu… Günlerce içim sıkılır, daralırdı gönlüm. Harput Kalesi, aslında çok da görülecek bir özelliğe sahip değildi. Buna rağmen 3 defa çıkmıştım. Ancak onun çevresindeki mesirelik yerler çok daha güzeldi. Keban barajı yolundaki Çırçır Şelalesini ise anlatacak kelime bulamıyorum. Orası ne muhteşem bir yerdi öyle. Nizamiye’ye gelir giderken Hazar caddesini -hani kargoların Hazar şubelerinin olduğu cadde- kullanırdım. Orası bana çok ferah gelirdi, büyük keyif alırdım o kaldırımları arşınlamaktan. Bir de Sezgin’le her çarşıda mutlaka ilk uğradığımız Simit City vardı ki Aydın’da böyle bir yer yok diye çok üzülmüşümdür.

Genelde üniversite okunulan ve askerlik yapılan şehir sevilmez derler ama ben seni sevdim Elazığ. Yolum tekrar düşer mi bilinmez ama yılar sonra gelsem bile toprağınla, insanınla aynı samimiyletle beni kucaklayacağından şüphem yok.