ASKER GÜNLÜĞÜ

Elazığ‘da geçen 156 gün… Koca bir kış… Bir Aydınlı olarak 27 yıl güneşin bağrında yaşayagelmişken, kar’ın, fırtınanın -15’lerin altında saatlerce kalmak… Kimine göre “vatanı beklemek”, kimine göre “vatan borcu ödemek…” Kimilerine göre de “sizinki de askerlik mi?” Dostluklar, paylaşımlar, gurbet, hüzün ve küçük şeylerden dahi mutlu olabilmeyi öğrenmek… Bütün “poşet”lere inat, Mehmetçik olabilmek; sabretmek…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bize uygun gördüğü 156 günlük bu kutsal görevi iyisiyle kötüsüyle tamamladık ve yolumuza baktık, kaldığımız yerden devam ettik hayatlarımıza. Ömür biter askerlik anısı bitmez misali Umar, anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüp söyleşi sorularını hazırlamış, peş peşe sıralamıştı. Israrına rağmen ne bir komutandan ne bir arkadaştan ne de yaşanan olaylardan bahsetme gereği duydum “Sil Baştan” sohbetinde. Ama ilk haftalar kendimce almış olduğum notlar vardı ki, bunları bu yazıyla paylaşmak istedim:

11 Aralık 2007: İzmir Adnan Menderes Havalimanı. İlk defa uçağa bindim. Akşam saatlerinde Malatya’dayım. 

12 Aralık 2007: Sabah Elazığ’dayım. Öğlen Semih‘le buluştum. {Semih, oradan Hakkari Yüksekova’ya gidiyor.} Saat 16:00’da kışlaya giriş yaptım.

13 Aralık 2007: Asker kıyafetlerini dağıttılar.

20 Aralık 2007: Evden ayrı ilk Kurban Bayramı. 06:40, 9 gün sonra ilk defa bayram namazı için otobüsle dışarı çıktık. Trafik ışıklarını özlemişim.

1 Ocak 2008: Dün geceyi uyuyarak geçirdim. Bir yılbaşı gecesi askerde olacağımı tahmin etmezdim.

Türkiye haritasını elime alıp Aydın-Elazığ arasındaki mesafeyi gördüğümde moralim bozuluyor. En iyisi şafak 81 olana kadar haritaya bakmamak.

4 Ocak 2008: İlk defa kar yağdı. Garaj denilen yerde öğleden sonra karın altında yemin töreni için yürüyüş yaptık.

5 Ocak 2008: Kartopu savaşı yaptık. Elazığ’ın kar’ı toz gibi, çok farklı.

11 Ocak 2008: Yemin töreni başladı ama abimle İbrahim’i göremedim bir türlü. İbrahim’i fotoğraf çekmek için sahaya indiğinde görünce rahatladım. 30 gün sonra dışarıda ilk gecem.

12 Ocak 2008: Harput Kalesindeyiz. İbrahim, internet kafeden yorumların çıktısını getirdi.

13 Ocak 2008: Son sabah. Misafirhanenin odasında ağlıyorum. Abim ve İbrahim saatler sonra gidecek. Saat 11:00, 30 gün sonra ilk defa internete girdim.

19 Ocak Cumartesi: İnternetten kamerayla eve bağlandım. Annemi haftalar sonra ilk defa gördüm.

10 Şubat Pazar: Ziya’nın kargosu geldi. İçinden 14 kişinin mektubu çıktı.

11 Şubat Pazartesi: Gazeteciliğe başladım.

Şimdi Asker Olma Zamanı

Bizim evin çaprazına bir subay lojmanı yapılmıştı. Orada nöbet tutan asker abilerle bol bol sohbet ederdik. Henüz ilkokul çağlarındaydık. Bazen evden yiyecek bir şeyler götürürdük onlara. Memleketlerinden uzakta, hasret duydukları kardeşlerinin, yeğenlerinin yerine geçerek onlara kısa süreli bir mutluluk yaşatırdık. Birgün farkettim, o asker abiler artık benden küçüktüler. Benim devremin üzerine kaç devre geçmişti. Üniversite, yüksek lisans derken “gün geldi” bu gün oldu ve ödenmesi gereken vatan borcunu ödeme sırası bana da geldi.

Vedalaşmak beni daha çok üzüyor, bu sebeple askere gidişimi saklayabildiğim kadar saklamaya çalıştım. Görev yerim belli olduktan sonra artık bu sır’rın önüne geçemedim. Pazartesi akşamı evimiz dolup taştı. Telefonlar susmadı. Haberi buradan ya da sonradan öğrenecek olanlar da lütfen hakkını helal etsin. Herkes hakkını helal etsin.

Çarşı izinlerinde fırsat bulduğumda yazıp yazmama konusunda kararsızım. Bunu zaman gösterecek. Ancak fırsatını her bulduğum an yorumlarınızı tek tek cevaplayacağımdan hiç şüpheniz olmasın. e-vren günlüğü’nün yönetimi, ben tezkeremi alana kadar sevgili Mustafa Pişirici‘de olacak. Yorumlarınız kendisi tarafından onaydan geçmeye devam edecek. Ayrıca bana doğrudan mesaj göndermeniz mümkün. İlk fırsatta cevaplayacağım.

Şimdilik Kısa Dönem olarak Elazığ’da olacağım. Sağlıcakla kalın… Saygı ve sevgilerimle…

61 GÜN ARADAN SONRA

Yıllar önceydi… Gönüllülük maceralarımızın ilk projesiydi… Ağrı’nın çocuklarıyla Aydın’ın çocuklarını mektuplaştırmayı düşünmüş, 8 ay süren bu büyük projeye KaRDeŞ MeKTuP Projesi demiştik.Bugün 10 Şubat Pazar. KaRDeŞ MeKTuP’ları taşıyan aynı kargo, bugün bana 14 kişinin mektubunu getirdi. Bir sosyal sorumluluk projesi, canım kardeşim Ziya‘nın sayesinde bambaşka bir boyutta asker ocağında bana yeniden NEFES oldu.

Canım ANNEM, biricik EFE’M İbrahim’im, canım yengem Seda Nur, minik civcivim HÜSS, sevgili yeğenlerim Mesut ve Ramazan, canım arkadaşım Hikmet, sevgili Yüksel Abim, canım kardeşimlerim Salih, Fatih, İlknur, Deniz, Ozan… Ve böylesine ince bir organizasyona önayak olan canım kardeşim Ziya’m…

Annemin mektubunu okumaya cesaret edemeyip, akşama sakladım ama herbirinizin mektubunu tek tek okudum. “Hayatımın en büyük sürpizi!” desem… Yaşadığım şaşkınlığı cümlelere döksem… Cümlelerinizden aldığım kuvveti, fotoğraflarınızdan duyduğum mutluluğu bir ifade edebilsem… Çoğunuzun hayatınızdaki ilk mektubu bu vesileyle bana yazıyor olmanız bile büyük bir gurur benim için. Bugün aldığım 14 mektup, şüphesiz ömrümün en özel hatıraları arasında yer alacak. Hepinizin ellerine ve yüreğine sağlık. Bu kargoya yetişmeyen ve bana önümüzdeki haftalarda ikinci bir mutluluk daha yaşatacak olan diğer mektupları da dört gözle bekliyorum. Ziya’nın isimlerini sakladığı yeni mektupların sahiplerine de şimdiden yürek dolusu teşekkürlerimi sunuyorum.

Askere gidişim çok ani oldu. Çok az insanla vedalaşabildim. Haber vermeden gidişimin en büyük -belki de tek sebebi- bu zorunlu ayrılıktan dolayı sevdiğim insanlarla vedalaşmaya cesaret edemeyişimdi. Ardımdan darılanlar olmadı değil. Bu konuda herkesten özür diliyorum.

Mektupların her birine tek tek yanıt vereceğim. Askerliğimin nasıl geçtiğini merak edip, burada ara sıra yazmamı isteyenlerin de hoş görüsüne sığınıyorum. 1 Haziran’da askerliğimle ilgili belli başlı ayrıntıları kaleme alacağım yazım dışında askerlik günlerime dair kesinlikle herhangi bir şey yazmayı düşünmüyorum. Beni allak bulak eden mektup sürprizi karşısında bu yazıyı ekleme gereği duydum. Şimdi 1 Haziran’a kadar yeniden susma zamanı benim için.

Yorumlarınızı ve özel mesajlarınızı okudukça mutlu oluyorum. Çarşı izinlerimdeki kısıtlı zamandan dolayı çok istediğim halde yorumlara cevap veremiyorum. Yeri gelmişken yorum sahiplerinden de bu sebeple özür diliyorum.

Hayatımın en farklı tecrübelerinden birini yaşadığım Elazığ‘daki 156 günlük maceramın sonunda 17 Mayıs’ta Aydın’a ayak basmanın ümidini paylaşıyorum hepinizle.

O, Artık Yemin Etmiş Bir Asker!

35 günlük hasret sona erdi. Harun dün yemin törenini gerçekleştirdi, evine döndü. Ben de bugün İncirliova‘nın yolunu tuttum. Tahmin ettiğim gibi usta birliği yine Manisa’ya çıkmış. Oğlumuz geri kalan askerlik görevini gözümüzün önünde tamamlayıp tam da doğum gününde teskeresini alacak!

Askerlik anıları anlat anlat bitmezmiş. Öyle de oldu. Dinlerken ben yoruldum :) Yemin töreninin çok erken bir saatte olması, ingilizce kursumu önceden haber vermediğim için iptal ettirme şansımın olmayışı, üzerine bir de Harun’un finallerimden dolayı törene gelmememi rica eden mesajı neticesinde, Cuma günü gidemedim Manisa’ya. Neyse ki bugün bol bol konuştuk, dertleştik, yürüdük, alışveriş yaptık.

DOSTUN İLK SESİ

Saat 16:20 Çalan telefonlara bakmak pek adetim değildir ama evde tek olunca “açayım bari” modunda yaklaştım telefona. Baktım dışarıdan aranıyor, alan kodu yabancı. Ahizeyi kaldırdığımda 6 gündür duymadığım o çok sevdiğim seslerden birini duydum. Arayan geçtiğimiz Salı günü birliğine teslim olan Harun‘du. Şaşırdım, afalladım, bir an tepki veremedim. Sanki 6 günde acemliğini tamamlatmışlar da geri göndermişler gibi. Sesi o kadar iyi o kadar netti ki. “Rahatım yerinde, sıkmıyorlar bizi” dedi. Az sonra konferansa gireceklermiş. O arada da beni aramış.

Harun da acemiliğini, abimin acemliğini yaptığı yerde yapıyor. 10-15 yıl önceydi abimin askerliği. Geç gelip giden mektuplar, çok nadir yapılabilen telefon görüşmeleri… Şimdi askerlik daha rahat gibi. Öyle ki, internete girip Harun’a Aralık LES puanını bile söyledim :) Yemin töreni Kurban Bayramı öncesi yapılacak gibiymiş.

Asker Harun, Manisa’ya

Üç gündür sanal dünyamın Misafirhanesi‘nde benim için özel bir arkadaşımı misafir ederken, haftasonu son gitar dersimi aldım, Harun’un yanına gittim ve birinci arasınavlarım için ders çalıştım. Soranlarınız olmuştu, bu bilgiyi de paylaşayım: Harun‘un askerliği Manisa‘ya çıktı.

Selahattin, hakikaten edebiyatçı kimliğine yakışır, kuvvetli bir yazıyla çıktı karşımıza. Gelen olumlu yorumlar ve yazının üç günlük okunma istatistiği de bunun bir göstergesi.

DENİZLİ GÜNLÜĞÜ

Salı günü Denizli‘deydim. 10 saatlik misafirliğim boyunca yaşadıklarımı anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Ama ciddi bir itirafla başlamak istiyorum: Denizli Belediyesi, şehircilik anlamında almış başını gidiyor.

Her yıl Eylül ya da Ekim aylarında sağlık karnelerinin vizelerinin yenilenmesi için soluğu Denizli Bağ-Kur’da alıyoruz. Online sisteme geçiş yapan Bağ-Kur, eskisi gibi 3-4 ayrı resmi kurumu dolaştırmıyor. Gerekli bilgileri kendileri öğrenip yaklaşık 15-20 dakikada işlemi tamamlıyor. Unutmadan, Denizli Bağ-Kur’daki memurların nezaketinden dolayı (hepsine değil tabi) teşekkür ediyorum.

Resmi bir dairedeki işimi bu kadar zahmetsiz halletmenin verdiği mutlulukla eski sınıf arkadaşım/bıllam/Hülya Avşar’ım Suzi‘yi ziyaret ettim, çalıştığı etüd merkezinde. Suzi’yle kız verdip oğlan aldıktan sonra {:)} Ramazan’la birlikte şöyle bir Denizli turu atıp, akşamüzeri Eğitim Fakültesi’nin yanındaki Ramazan sokağına eski ev arkadaşım Ferit‘i görmeye gittim. İftar’ı da sözleştiğimiz üzere Suzi ile başbaşa yaptık. Ve hayatımda ilk defa Güllaç’la müşerref oldum. Son iki haftadır hemen hemen bütün televizyonların anahaber bültenlerinde ballandıra ballandıra anlatılan Güllaç’ı yedikten sonra karar verdim: Ne aşure, ne dondurma… Benim bundan sonra başımın tacı Güllaç’tır :)

Yolları, parkları, sanayisi ve Ramazan sokağıyla belediyenin, halkına duyduğu saygı ortadaydı. 14 Ekim’de de Denizlililer doğal gazla buluşmaya hazırlanıyor. Bizim Aydın Belediyesi‘ne buradan duyurulur: Denizli, Denizli olmuş, Aydın’da 3 parkla sezonu kapattık. Ve Ramazan, 2. haftasında -sözde- panayırla uğrayabildi Aydın’a!

Denizli dönüşünde halk olarak hala “asker uğurlama”yı öğrenemediğimizi acı bir şekilde tecrübe ettik. Genç delikanlıyı askere uğurlayan ailenin, garajda otobüsümüzü oyaladığı ve İstiklal Marşımızı katlettiği yetmediği gibi Sultanhisar’a kadar araçlarıyla sağımızdan solumuzdan girip çıkmalarıyla bizi kazaya sürüklediler. Yolcu almak için durulduğunda da cümbür cemaat araçlarından inen aileye şoför dahil yolcular “bize kaza yaptırmaya mı çalışıyorsunuz?” şeklindeki çıkışmalarına asker ailesinin yanıtı epey garipti: “Bizim içeride canımız var, böyle bir riske girer miyiz?”

Oysa bugün bu yazıyı yazamıyor da olabilirdim, “canlarını” askere uğurlamayı bir türlü beceremeyen “birileri” yüzünden.

Uzun lafın kısası: Tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler. Denizli’nin Ramazan atmosferini soluyup, sevdiklerimi görüp, Kitap-lık ve Türk Edebiyatı dergilerinin Ekim sayılarını alıp, kafamı dağıtmış bir şekilde “canım Aydınıma” geri döndüm.