Bilgisayarımı açmayı, yazı yazmayı, internete girmeyi dün geceden kendime yasaklamıştım; bugün yasağa da uydum.
Can Dündar’dan Lüsyen’i okumak güzel, bu güzelliği balkonda kahve içerek yaşadım. Sonra İmparatorların Dansı belgeselini seyrettim. Anne penguen yumurtasını kocasına emanet edip yemek bulmaya gidiyordu.
Uzun süredir uğramadığım o yere doğru yola çıktım. Aslında gidip gitmemekte kararsızdım; belki yanından yakınından geçer , bir daire çizer eve geri dönerdim.
Önce o yerin camında tanıdık bir yüz gördüm; köşedeki bakkaldan bir sakız aldım; içeri girmeye karar verdim. Elimde Can Dündar’ın Lüsyen’i vardı; oysa orada oturduğum süre boyunca okumadım; meğer evden buraya kadar kitabı boşuna taşımışım. Raflar arasında dolaşıp dergilere göz attım. Yeni Aktüel, Dil ve Edebiyat, Beşparmak dergilerini alıp oturdum. Yeni Aktüel’deki Orhan Pamuk söyleşisini büyük bir dikkatle okudum; siyah kalemimi çıkarıp yanımda getirdiğim müsvedde kağıtlara notlar aldım. Notları tutarken elimdeki siyah kalem dikkatimi çekti. Bu kalemle epeydir el yazısı yazmadığımı da fark ettim. Hep bilgisayar hep klavye… Geçen yıl da sınava hazırlık için kullanıyordum bu kalemi. Halbuki şimdi yine aynı mekandaydım. Sanki bazı emekler boşa gitmiş gibi hissettim.
Dikkatim hâlâ elimdeki siyah kalemde. Artık bu kalemle test şıkları işaretlemek, bana faydası olmayan notlar tutmak istemediğimi düşündüm. Böylesi daha güzel; bu, daha çok istediğim şey. Edebiyattan, fotoğraftan, beni mutlu eden şeylerden notlar almak…