13 Ocak Cumartesi sabahına karşı Ziya dedemi kaybettik. 1923 yılında Isparta’da başlayan hayatı Aydın’da sona erdi. Son bir yıldır başlayan hafıza zayıflığı haricinde ciddi bir rahatsızlığı yoktu dedemin, öyle ki her kontrolünde doktorlar “bizden bile sağlıklı” derdi. Onunla hafızası daha da zayıflamadan, 2016 yılında bir video çekimi yapmıştım. Sohbetin sonlarına doğru yorulmuş, bazı anılarını hatırlayamamıştı. O videonun üzerinden on altı ay geçti. Anneannemi on bir yıl önce kaybettiğimiz 14 Ocak 2007 tarihinden bir gün önce 13 Ocak’ta kâğıt üzerinde 95, gerçekte 98 yıllık ömrünü tamamladı dedem. Hasret büyüdüğü annesine, babasına, ölümüne bir türlü alışamadığı anneanneme, peş peşe kaybettiği ve herbirinin mezarını yaptırdığı kardeşlerine kavuştu. Zaten hepimizin bir gün gideceği yerde, yerine yerleşti. Nurlar içinde yatsın. Continue reading →
Tag / dedem
İstanbul, âdeta bir yürüyen merdiven
Geçen hafta yarım bıraktığım yazıya devam etmeden önce güzel bir haber vereyim. Talim Terbiye Kurulunun onayıyla 2017 – 2018 Eğitim Öğretim yılında Lise 9. sınıfların Türk Edebiyatı kitaplarındaki Blog konusu içinde “2015 Günlüğü – 2016 Hedefleri” yazımla yer alacağım. Blog yazarlığının lise ders müfredatlarına girdiğini ardından üniversitelerin ilgili bölümlerinde de konu olarak işlenmeye başladığını daha önce paylaşmıştım. Ankara’da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yapan Yavuz Mahmut Sürmeli Bey Ocak 2016’da bana ulaşarak 9. sınıflar için hazırlanan edebiyat kitabının Blog konusunda yukarıda paylaştığım yazıma yer vermek istediklerini iletmişti. Türkiye’de blog ve blog yazarlığı kültürünün -özellikle yeni nesilde- yerleşmesi / gelişmesi gerektiğine dair inancım, blogların ders kitaplarına kadar girmesiyle daha da güçlendi. Continue reading →
1923’lü dedemin 2021 yılına uzanan hatırası
Resmî kayıtlara göre dedem, 1 Temmuz 1923 doğumlu. Dedemin doğum tarihi nüfus cüzdanında bu şekilde yazıyor ancak 1988 yılında aldığı ehliyetinde doğum tarihi kısmında sadece hicri 1341 yazılmış. Abimin söylediğine göreyse dedem, nüfusa 4-5 yıl geç yazdırılmış. Bu sebeple asıl yaşının 93 değil 97 olabileceği söyleniyor. Continue reading →
Hüss Mekdanıls’ı Fethetti
Önce müjdeli haber: Hüss, bu sabah tekrar Galatasaraylı oldu. Kulağıma gelen dedikodulara göre dün akşam dedemlerde Beşiktaşlı olmuş. Nereden estiyse bugün de özüne döndü. Üç amcası Galatasaraylı olan birinin yanlış takımı tutması çok da mümkün değil zaten.
Bir haftayı aşkın süredir Dedemin yanındayız. Cenaze evinde dura dura haklı olarak sıkıldı bizim civciv. Bu sabah kahvaltıyı yaptıktan sonra “Eeven ağça, hadi gezelim be, sıkıldım artık” deyince teyze oğlum Haktan‘la beraber tuttuk Hüss’ün ellerinden dolaştık biraz. Hüss, -onun tabiriyle- mekdanılsa gidip patates yemeyi, ayran içmeyi ve parkında oynamayı çok seviyor.
İçeri girdiğimizde çalışanların hepsi “Hüseyin hoşgeldin” diye bağırınca şaşırdım kaldım. Meğer dün akşam da kardeşim Ziya‘yla gelmiş. Çocuk üç alternatifli, çoktan seçmeli amcalara sahip olunca her istediğini yaptırıp, her yere gidebiliyor. Baktım pek bir kaynaşmış mekdanılstaki ablalarıyla. Kendisine bir ilgi alaka, bir hürmet… Hüss’ün pek çok güzel pozu varı da, “ben de çekmek istiyorum” deyip elimden makineyi alınca bazı kareleri silmiş! Onlarca bilgisayar önünde öyle güzel pozlar vermişti ki, yazık oldu hepsine :) Bu yüzden Haktan’la çektiğim fotoğrafını da koyamadım.
ÖLÜM ÇOK AĞIR…
Ağır açan bir gül kadar hafifken merhamet,
Ölüm çok ağır Allahım
Ölüm çok ağır, affet.
[musalla taşında açan gül, Hüseyin Atlansoy]
15 Ocak 2007 Pazartesi. Saat 14:00 sıraları. Yirmi beş yıldır arada bir uğradığım, yakınından geçtiğim Tellidede Mezarlığı’nın insanı kendinden geçiren ağaçlı yolunda ilk defa kendi kanımdan biriyle son kez vedalaşmak için yürüyorum. Bahtiyar Amcam, sağlı sollu uzanan mezarları gösterip: “İnsanlar 70-80 yıl yaşıyorlar ama 100-200 yıllık mezarlarda yatıyorlar” diyor usulca. Dünyada geçirdiğin vakitten kat be kat fazlasını geçiriyorsun kara toprağın altında. Birileri gelsin de ruhuna Fatiha okusun diye yol gözlüyorsun. Ama sanki gerçek özgürlüğüne bedenin hapsinden kurtulunca kavuşabiliyorsun. Tıpkı, seksen üç yıllık ömrü gurbetlerde, ana-baba, kardeş hasretiyle geçen anneannem gibi…
Anneanemim yeşil gözlerinin bu yalan dünyaya kapanmasının üzerinden altı gece geçti. Teyzemler, dayımlar, torunlar hepimiz dedemin yanında yatıp kalkıyoruz, ev sessizliğe bürünmesin, karanlığa gömülmesin diye. Her gün ev, başsağlığı için gelenlerle dolup dolup boşalıyor. Ama bunca insana, evin içinde dolaşan onca nefese rağmen dedem, gizliden gizliye anneannemin soluğunu arıyor namazlarını kıldığı her zamanki seccadesinin üzerinde. O gün bu gündür akşamın hep aynı saatinde sessizce odasına çekiliyor dedem ve işte o zaman acılarıyla başbaşa kalıp kimbilir neler konuşuyor anneannemle…
SABRET ANNEANNE’M
Akşamüzeri okuldan gelir gelmez annem veriyor haberi: “Anneannen yoğun bakıma kaldırılmış!” Teyzemlerin gelmesini bekleyip, sonra hastahanede alıyoruz soluğu. Bir oda yapmışlar kantine. İçine de bir bilgisayar koymuşlar. Yoğun bakımda hastası olanlar, belli saatlerde görevlinin yardımıyla kameradan hastasını görebiliyor. Tek tek baktım yataklara. Anneannem hiçbir kamera görüntüsünde yok. Görevli, bir yeri arayıp anneannemin adını veriyor. Kamerası olmayan başka bir yoğun bakım odasına alınmış. Tekrar dolaşıyoruz başka bir yere. Sadece annem ve teyzemin az bir süre görmesine izin verdi kapıdaki güvenlik. Annemler camın diğer tarafında anneannemi seyrederken uyuyormuş. Uyanmış sonra bir anda, çocuklarının geldiğini sezmiş gibi. Annelik içgüdüsü belki de. Hemşire, yoğun bakımda yatmaya devam edeceğini söylemiş. Annem, iyi göründüğünü söyledi anneannemin. Dedemin yanına geldik sonra. Tek başına, her zamanki gibi cüzlerini okuyordu evinde. Bu defa çok farklı sarıldı dedem bana. Ayağa bile kalktı, ben elini öperken.
Anneannem iyileşir de döner… Dedem, bir başına kalmaz… İnşallah…