Bunlar Gözüme Görünmesin!

Öğrencisini döven öğretmeni kınıyorum! Fiziksel şiddet uygulamadığı halde derste argo konuşan, öğrencisinin her türlü durumuyla arkadaşlarının önünde alay eden, ders aralarında Avon katalogları arasında kaybolan, dersten hemen sonra kahvehanelere koşan öğretmenlerden de nefret ediyorum!

Hastasına zavallı bir mahlukmuş gibi davranan, yüzüne bile bakmayan, tatlı dili unutup emir cümleleriyle konuşan, Doğu’ya çıkan tayinini TUS’a hazırlanma bahanesiyle reddeden, evini ilaç firmalarının hediyeleriyle düzen doktorları kınıyorum! Tıp fakültesini kazanmak, sonrasında doktor olmak için bin takla atan, Hipokrat yemininde söylediklerini unutan, hemen sonrasında da kendini bir halt zanneden doktorlardan nefret ediyorum!

Sigortasız, cep harçlığı karşılığı, etüd öğretmeni adıyla, gencecik öğretmen adaylarını “bu sene seni bir deneyelim, seneye belki stajını başlatırız” bahanesiyle köle gibi kullanan dershaneleri kınıyorum! Öğrenci başına milyarlarca kurs ücreti aldığı halde, öğretmenine komik paralar sunan, öğretmen değil işçi çalıştıran, amacı eğitim değil ticaret olan dershanelerden nefret ediyorum!

Adım attığım her yerde bunlar var. Aslında dahası da var. Bunlar benim gözüme görünmesinler, karşıma çıkmasınlar. Başka ülkeye, başka ülkeye!

Dershane mi Okul mu?

“…başarısını dershane yönetcileri yerine okul öğretmenleriyle kutlayan…dershane tişörtü yerine mezun olduğu okulun tişörtünü ve şapkasını giyen Yücel” diye bahsediyor Hürriyet gazetesi ondan. ÖSS 2008’in 1.lerinden sadece biri Cem Yücel. Ama bence diğer birinciler içinde en onurlu duruş da kendisine aitti. Cem Yücel, ÖSS’deki başarısını göğsünü gere gere giydiği Ankara Atatürk Anadolu Lisesi tişörtüyle kutladı. Birinciliğini ise ölen anneannesi ve dedesine armağan etti. Oysa Türkiye her yıl, okuduğu okulları bir çırpıda unutup soluğu dershanelerinde alan ÖSS 1.lerine alışkındı. Kamuoyu ilk defa bir ÖSS Birincisinin hangi dershaneye gittiğini bilmiyor. 

Bu yıl dershaneleri şaşkınlığa uğratan tek isim Cem Yücel değilse de dershanelere haddini bildiren tek isim sayılabilir. Çünkü geçen yıl da derece yapan iki isim varki eski dershanelerine nispet olsun diye bu yıl yeniden ÖSS girdikleri iddia edildi. 2007 ÖSS birincilerinden Çağrı Sert, geçen yıl Uğur Dershaneleri’nin reklam panosu önünde başarı pozları verirken bu yıl FEM dershanelerini aldı arkasına. ABD Princeton Üniversitesi öğrencisi ve yine 2007 ÖSS birincilerinden Çağrı Berk Onuk da Berk Dershanelerinin reklam malzemesiydi bu yıl. Hürriyet Gazetesinin iddiasına göre bu iki isim geçen yıl vaatlerini yerine getirmeyen eski dershanelerine sinirlendikleri için yeniden ÖSS’ye girmişler. Her iki arkadaşın bu tavrı takdir edilesi bir davranış gibi görünse de arkalarına yine başka dershaneleri alıp sisteme katkıda bulunmuş olmaları son derece üzücü. Ama dershane malzemesi olmamayı tercih eden Cem Yücel arkadaşı takdir etmemek elde değil.

Hürriyet Gazetesinin diğer bir idiası da “sonuçlar açıklandıktan sonra dershanelere giden bazı öğrencilerin taksi paralarının kapıda bekleyen dershane görevlileri tarafından ödendiği” haberi. Kurumunda çalışmak isteyen öğretmen adayına 30 balık fiyatı biçen dershane sahiplerinin bu bonkörlüğü gözlerimi yaşarttı açıkcası.

OKS’de en başarılı il olan Burdur, ÖSS’de de listenin en başına adını yazdıran Denizli 2 gündür kasım kasım kasılıyor. Bir zamanlar en başarılı il ünvanını hiçbir şehre kaptırmayan Aydın’ın eski başarısından eser kalmadı. Burdur ve Denizli’nin Milli Eğitim Müdürleri basın mensuplarına demeç verip, başarıyı sahipleniyorsa, “neden Aydın eski başarısını yitirdi?” sorusunun muhatabı da Aydın Milli Eğitim Müdürüymüş gibi geliyor bana :)

Ne Cümle Ama : )

Pantolonunu indirip, köpeğini gezdiren kadına arkadan saldıran tacizci…” diye başlıyor Hürriyet Ege’nin Günün Haberi diye sunduğu ve büyük puntolarla yazdığı haber. Ben önce “kadın, pantolonunu indirmiş, köpeğini bu vaziyette dolaştırıyormuş” diye anladım. E hal böyle olunca pantolonunu indirmiş kadın mı tacizci sayılıyor yoksa ona arkadan sarılan adam mı? işler karışıyor. Sonra haberin devamında daha eli yüzü düzgün bir cümleyle olay yeniden anlatılınca anlıyorum “köpeğini gezdirmek için yürüyüşe çıkan kadın”a birisinin “pantolonunu indirip cinsel taciz”de bulunduğunu :) Kimbilir kime yazdırdılar bu haberi. Herkes editör, redaktör nasıl olsa.

Zevk İçin Yazı Yazılır

Aldığım maaş 300 YTL abi” diyor araba kiralama şirketinde çalışan yeni tandığım bir arkadaş. Ve Atatürk Havalimanından Aydın’a dönüş yolunda sahibine oldukça iyi gelir getiren bu işte 1 yıldır sigortasız çalıştığını, 4 ay önce sigortasının yatırılmaya başladığını, sabah 9’da geldiği işten akşam kaçta ayrılacağının belli olmadığını, müşteriden arabayı aldıktan sonra aracın temizlenmesinden bakımına kadar pek çok ayrıntıyla da kendisinin ilgilendiğini anlatıyor. Birkaç gün önce işe yeni bir eleman alınana kadar sektördeki en iyi rent a car şirketlerinden birinin sorumluluğunu neredeyse tek başına üstlenmiş. Yani patronunu zengin ederken 3 kuruşa “eyvallah” diyen yüzbinlerce Türk gencinden bir tanesi kendisi. En acı gerçeği de yolculuğumuzun son dakikalarında ekliyor: Aslında kendi fiyatımızı kendimiz düşürüyoruz.İzmir’de henüz yeni açılan ve geçtiğimiz ay ikinci sayısını çıkarma hazırlıklarında olan bir derginin editörü benden “zevk için yazı yazmamı” istiyor. Telif hakkı, buna bağlı olarak telif ücreti konularını hiç açmıyor. Önemli olan dergiye yeni bir yüz, yeni bir renk eklemek. Böylece derginin reklam gelirine, satış rakamlarına dolaylı da olsa katkı sağlamak. Bu yolda bedava yazı yazdırmak ve telif hakkını sahibine iade etmemek gibi pek çok usulsüzlük mübah sayılıyor.

Dergiyi elime alıp incelediğimde, derginin aynı zamanda editörlüğüne de soyunan bayanın sesleniş yazısına göz atıyorum. İçler acısı… Bir sürü yazım hatası, noktalama yanlışı. Köşe yazarlarına bakıyorum: Ev hanımı, butikçi, gözlükçü, internet kafeci… Hal böyle olunca yazı yazma işini profesyonel ellere teslim etmek gibi bir kaygı taşımıyor dergi sahibi. Çünkü telif hakkı istemeden, keyif için yazı yazmaya hazır pek çok insanımız var ortalıkta. Zaten kendisi de “etrafında köşe yazarı olmaya meraklı pek çok insanın olmasından” şikayet ediyor. Öyle ya, eline kalemi alıp iki düzgün cümleyi ard arda getirebilen herkes “yazabiliyorum” diyor. Bu işin eğitimini alan, bir sayfalık yazı için saatlerini harcayan kalemlere ücret vermeye gerek olmuyor bu durumda. Maksat birkaç süslü fotoğraf göze çarpsın, milyarlık reklamlar alınsın. Keyif için yazı yazmayı kabul edip, sırf yeni bir dergide daha ismim görünsün deseydim, araba kiralama şirketinde ucuza çalışan arkadaşın son söylediği sözü tescillemiş olurdum: Kendimi bedavaya pazarlamış (!) olurdum.

Dershanelerde hala daha 250-350 YTL’ye sigortasız çalışan arkadaşlar var. Oysa bugün bir dershanenin ÖSS hazırlık kursuna kayıt yaptıran bir öğrenciden aldığı ücret 2000-3000 YTL arasında. Bir de bunun gecelik faizini düşünün. Bir öğrenciden 2000 YTL alan dershane, niçin öğretmenine 250 YTL’yi uygun görüyor? Ve yasal olmadığı halde öğretmenini sigortasız çalıştırıyor? Ağustos 2006’da büyük bir dershanenin kurucusuyla görüştüğümde bana “1 yıl ücret almadan ve sigortasız” çalışacağımı, ikinci yılsa “stajımı başlatma garantisi vermediğini” söylemişti. Ve “sen kabul etmezsen yerine gelmek isteyen pek çok arkadaşın kapıda bekliyor” demişti. Çok mecbur kalmış olsaydım belki de o “ahlaksız teklifi” kabul edip bedavaya çalışmayı kabul edecektim. Zaten dershanelerin büyük bir yüzsüzlükle çok az bir ücret karşılığı öğretmen çalıştırmasına “yine bu teklifi kabul eden bizler” sebep olmuyor muyuz? Kendi fiyatımızı kendimiz düşürmüş olmuyor muyuz?

Hangi sektörde olursa olsun, aldığımız eğitime saygı göstertmek, fiyatımızı yüksek tutmak yine bizim elimizde. Yeter ki, yıllarca aldığımız eğitim için ailemizin harcadığı paraları, bizim de emeklerimizi göz ardı etmeyelim. Sözüm kimseye muhtaç olmamak için çalışmak ve 3-5 kuruş kazanmak zorunda olanlara değil; işsiz kalma korkusuyla bulduğu dala hesapsız kitapsız tutunmaya çalışanlara: Kimse sana değer biçmesin, kendi fiyatını kendin belirle. Sen yorulurken ve emeğinin karşılığını alamazken hizmet ettiklerin ceplerini dolduruyorsa işte orada yanlış olan bir şeyler var.

Türkiye’de FEF Mezunu Olmak!

TÜRKİYE’DE

Fen Edebiyat Fakültesi Mezunu

OLMAK!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Ekim sayısı yazısıdır}

Sanırım bundan iki yıl önceydi. Emekli bir sağlık personeli, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi olduğumu söylediğimde “işiniz zor” demişti. Formasyon verilip verilmemesinin belirsizliğinden dolayı mı işimizin zor olduğunu sorduğumda “Hayır, mesleki anlamda çok fazla alternatifiniz var.” diye cevap vermişti. O zaman için “aksine bunun bizim işimizi kolaylaştırdığını” söylemiştim. Aradan 2 yıl geçti. İddia edilen o çok alternatifli mesleki dünyaya elimdeki diplomamla giriş yaptım. Sanılanın aksine yüzleşilen gerçekler hiç de hayal edilen tozpembe bir dünya değildi. 

Fen Edebiyat Fakültelerinin bilim insanı yetiştirme amacıyla verdikleri dört yıllık zorlu bir eğitimin sonunda diplomayı aldığımızda şişirilmiş hayallerimizin nasıl da sabun köpüğünden ibaret olduğunu fark ettik ilk önce. Üniversite denen bu dev kapıdan girerken de çıkarken de sanki bütün iş’ler bizimdir sandık. İşverenlerin, bizi işe almak için mezun olmamızı dört gözle beklediği gibi boş bir hayale kapıldık. Zannettik ki, almış olduğumuz eğitime birileri saygı duyacaktı! 

Bir Fen Edebiyat Fakültesi [FEF] Türk Dili ve Edebiyatı [TDE] Bölümü mezunu olarak birinci ağızdan yazıyorum: FEF’liyiz diye birileri bizi fena halde KEK’lemeye çalışıyor! Daha net bir şekilde ifade edeyim: Birileri formasyonumuz yok diye bizi sömürmeye kalkıyor! Nasıl mı? 

Dört yıl boyunca “bilgi alarak/ bilgiyle yüklenerek” yetişen FEF öğrencisi, “bilgiyi aktarma” becerisi edinmeden eğitimini tamamlar. Ama alanıyla ilgili bilgiyi de ondan daha iyi bilecek kimse yoktur. Sonuçta bilim insanı mantığıyla yetiştirilmektedir. Pedagojik formasyonu olmadığı için mezun olduktan sonra ek olarak bir ya da bir buçuk yıl daha Tezsiz Yüksek Lisans (formasyon) eğitimi almak zorundadır. Böylece KPSS’ye girip öğretmen olarak atanma ya da bir dershanede öğretmenlik yapma hakkına sahip olacaktır. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı FEF mezunlarına, özel dershanelerde formasyonsuz öğretmenlik yapabilme hakkını da vermiştir. Üstelik ihtiyaç duyulan okullarda ders ücretli veya vekil öğretmen olarak derslere girme imkanını da sunmuştur. Demek ki FEF mezunundan istenildiğinde iyi bir öğretmen olabilmektedir. 

Gelelim şu sömürülme olayına. Örneğin Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olarak formasyonunuz olmadan ülkenin pek çok yerinde şubesi bulunan zincir bir özel dershaneye başvurduğunuzda size sunulan ilk şart, en az bir yıl deneme sürecidir. Aydın’daki bir zincir dershane bu sürece dâhil olabilmeniz için sizi zorlu bir sınava tabi tutmaktadır: Öncelikle eğitim danışmanıyla yüz yüze görüşme, eğer görüşme olumluysa sonrasında alanınızla ilgili bir sınava girme, sınavda başarılı olursanız size verilen bir konuyu kurulun önünde anlatma. Sanki onlarca vize ve finali başarıyla geçip mezun olan siz değilmişsiniz gibi bir de dershanenin kendi içindeki sınavına girersiniz. Bütün bu aşamaları geçtiğinizde sanmayın ki size dolgun bir maaş bağlanacaktır. Aksine, 1 yıl boyunca sigortanız yatırılmaz, stajınız başlatılmaz, üstelik seneye stajınızın başlatılacağı konusunda ise asla bir garanti verilmez. Sahip olacağınız tek şey mesleki tecrübe ve çok az bir miktarda cep harçlığıdır. 

Bir başka zincir dershane de olaya “hem bizim dershanemizde çalışmanın ayrıcalığını yaşayacaksın hem de bizden para mı alacaksın?” mantığıyla yaklaşır. Onlara göre nasıl ki yabancı dil öğrenmek ya da diksiyonunuzu geliştirmek için bir kursa gider ve edindiğiniz beceriye karşılık para öderseniz, dershanelerinde 1 yıl boyunca edineceğiniz tecrübe de bundan farklı bir şey değildir. Bu dershane de sizi ilk yıl denemeye alacağından, 1 yılın sonunda göstermiş olduğunuz performansa göre zümre başkanının hakkınızda olumlu rapor vermesi durumunda ikinci yıl stajınızın başlatılabileceğinden bahseder. Üstelik siz hiçbir ücret ödemeden bu dershanede “tecrübe” edineceksinizdir. Oysa aynı dershanenin Muğla-Fethiye’deki şubesi size iyi bir ücret, sigorta ve staj kaldırmayı teklif edebilmektedir. Çünkü yeni açılmıştır, öğretmeni yoktur ve acilen bir TDE Bölümü mezununa ihtiyacı vardır. Formasyonunuzun olup olmamasının işte bu noktada o şube için hiçbir önemi yoktur. Bir dershanenin iki ayrı şubesinde sunulan bu farklı imkânların sebebini yine kendi ağızlarından duyarız: Aydın’da bir üniversite potansiyeli vardır. Senin stajını başlatıp, sigortanı ödeyip, sana iyi bir ücret ödeyene kadar bu imkânların hiçbirini sunmayacağı başka bir mezun mutlaka bulunacaktır! Mantık gayet düz ve basittir! 

Yine başka bir zincir dershane de aynı gözle bakar size. Formasyonunuz yoktur ve sizin yerinizi doldurmak için sırada bekleyen pek çok FEF mezunu Edebiyatçı vardır. En az 1 yıl dershane etütlerinde öğrencilerin sorularını çözecek, öğretmenlerin istediklerini getirip götürecek, gerekirse okullara dershane ilanlarını asacak, oradan oraya koşturacaksınız. 1 yıllık bunca emeğin ardından dershane – belki – stajınızı başlatabilecektir ama kesin değildir. 

Sabah 9’da geleceğiniz dershaneden çıkış saatiniz belli değildir. Zümre başkanıyla derslere katılacak, derslerden çıkıp etütlere girecek, bol bol soru çözecek, soru tarayacak, sınavlarda gözetmenlik yapacak, haftanın 6 günü çalışacaksınız. Kadrolu bir öğretmen kadar yorulacaksınız ve elde ettiğiniz tek şey “tecrübe” olacak. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’na göre FEF mezunları usta öğretici sayılmaktadır. FEF mezunları üniversiteyi bitirdiği için muhtemelen sağlık güvencesinden yoksun olurken diğer taraftan da aileye maddi anlamda daha fazla yük olmanın sıkıntısından da bir an evvel kurtulmayı arzulamaktadır. Bu sebeplerle formasyonu alırken bir dershanede ya da bir etüt merkezinde çalışmak istemektedir. Buna rağmen ticari mantıkla olaya yaklaşan özel dershanelerin sunduğu şartları kabul etmekten başka yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktur. Çünkü dershanelerin yukarıda sıraladığım şartlarını kabul etmediği takdirde bu şartları kabul edecek çok fazla mezun, dershane kapısında hazır beklemektedir. 

Oysa ne acıdır ki ÖSS’ye hazırlanan bir öğrenciyi dershaneye kaydettirmeye gittiğinizde 100-200 YTL indirimi bile zor yaptırabilmekte ya da bu indirim çoğu zaman mümkün bile olmamaktadır. Hatta “çocuğumuzu size 1 yıl süreyle gönderelim, dershanenizi bir deneyelim, bakalım ÖSS’yi kazanacak olursa dershane ücretini verelim” demek gibi bir hakkınız asla yoktur. Gülerler size! Oysa emek harcayıp, iyi bir bilgi donanımıyla dört yıllık bir eğitimin sonrasında mezun olan bir FEF’liyi dershanelerin 1-2 yıl süreyle denemesi hiç de komik değildir. 

Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünden henüz mezun olmuş biri olarak olayların içinde/ortasında/merkezinde bulunsam da ezbere yazmak istemedim. Şaşkın ördek yavrusu misali sahaya inilerek, bizi nelerin beklediği bizzat tecrübe edilerek bu yazı hazırlandı. Şu bir gerçek ki yukarıda bahsettiklerim sektördeki bütün dershaneleri kapsamamaktadır. İçlerinde “aldığımız eğitime” “saygı duyanlar” da yok değil. Tamamen “tecrübeyle sabit” bu yazdıklarımı “saygı görmek”, “sömürülmemek”, “saygın bir meslek edinmek” ve “sahip olduğu bilgiye değer verilmesini” isteyen Fen Edebiyat Fakültesi mezunlarına ithaf ediyorum.