Google’a Sorulan Tuhaf Sorular

google

Yazının başlığını ‘Google’a sordular, beni böyle buldular’ şeklinde güncelleyebilirim ama hemen konuya girmek istiyorum.

e-vren günlüğü’ne 2014 yılı boyunca Google’da hangi aramalar yapılarak gelindiğine baktım. Anahtar kelimelerin yanında her zamanki gibi Google amcaya doğrudan soru soranlar vardı ki bunlardan dikkatimi çeken 10 tanesine bu yazımda yer vermek istedim.

İşte, 2014’te bazılarınızın yolunu bu bloga düşüren o tuhaf sorular: Continue reading →

Karanlıktakiler

Bir iyi bir kötü haberim var. Kitap-lık dergisinin Şubat sayısını almayı yine unuttum, geç hatırladım ve yine bulamadım. 2008 Şubat sayısında askerdeydim, çarşı iznimin büyük bir kısmını koca Elazığ’da Kitap-lık aramakla harcamıştım. 2009 Şubat sayısını da yine dalgınlıkla unutmuştum. Becerebilirsem son üç yılın Şubat sayılarını internetten satın alacağım. YKY Şiir Yıllıklarını neden bu kadar önemsiyorum, bilmiyorum…

İyi haber, Çağan Irmak‘ın son filmi Karanlıktakiler‘i seyrettim. Ekim 2009’da vizyona giren filmi, içimde kocaman bir hüzün, bardağımda sert bir nescafe, üzerimde polar battaniye ve hiç alışık olmadığım ama çok da keyif aldığım tatil perşembenin tadını çıkararak -henüz- seyredebildim.

Çağan Irmak’ı Babam ve Oğlum‘la tanımış, ismini bir daha da unutmamıştım. Ulak ve Yumurta ile Continue reading →

e-vren Yıllığı 2008

2008’in ilk 6 ayında asker ocağında oluşuma sık sık TTNET kesintileri ve aniden öğretmen olmanın getirdiği yoğun çalışma temposu eklenince e-vren günlüğü, geçmiş yıllara göre durgun bir yıl geçirdi. Ancak, askerlik sonrası hayalimdeki fotoğraf makinesi Canon 450 D’ye sahip olmamla beraber en renkli e-vren günlükleri de ortaya çıkmaya başladı.

2008 yılında 44 kişisel fotoğrafla desteklenen 146 e-günlüğün yayınlandığı ve 7 MisAfiR KaLeM’in renklendirdiği e-vren günlüğü toplam 93.100 kişi tarafından 146.840 defa ziyaret edildi.

Mayıs 2008‘de suskunluğuna son veren e-lektronik yaşam serüvenimde yer alan ve notu tutulamayan pek çok gelişmeyi daha önce yazılarda kullanılmamış sembol fotoğraflarla e-vren yıllığı 2008‘de sıralamaya çalıştım.

e-yaşam serüvenini yakından takip edip de acaba arada ne kaçırdım diyenleri ve belki benim adım da geçmiştirdiye merak edenleri şöyle ağırlayalım: Continue reading →

Doğunun Batısı: ELAZIĞ

Sevgili Elazığ, askerden döndüğümden beri seninle ilgili hiçbir şey yazmamış olmam rahatsız etti beni. Oysa sen, misafirperverliğinle, insana güven veren sıcaklığınla benim bu vefasızlığımı haketmiyordun.İnternette, askerlik yerim açıklandığında şok olmuştuk. “Elazığ nerede!” deyip, internetten haritadaki yerine bakmıştım. Aman Allahım ne kadar uzaktın Aydın’a. Annem gözyaşlarına boğulmuştu birden. Biz Konya’dan ötesine geçmemiş bir aileydik. Nasıl da gözümüzde büyümüştün. “Doğu’nun Batısı’dır” demişti Hüseyin Sinan abi senin için. Bağrından çıkartıp büyüttüğün Bodruk ailesini aramıştı.

12 Aralık sabahı ayak bastım topraklarına. Sevgili Mehmet abi karşılaşmıştı beni, hala neresi olduğunu hatırlayamadığım bir caddende. İlk zamanlar havanın Aydın’ın havasına benzediğini söylüyordum evdekilere. Güneşli, ılık. Sonra hayatımda görmediğim kar ve hissetmediğim soğuyu yaşadım. Ne bitmek bilmez bir rüzgarın vardı öyle. Nisan gelmiş hala üşümüş, mayıs yarılanmış rüzgarından gözümüzü açamamıştık. Tozun da rüzgarın da aklımda kalan en önemli ayrıntılar oldu.

Peki ya insanın, Elazığlılar… Ben bugüne kadar Elazığlılar kadar yardımsever ve iyi insanları henüz görmedim. Bunda hem Elazığ esnafının alışverişlerdeki tavrı hem de Bodruk ve Yüksel ailelerinin payı çok büyüktür. Askeri, polisi ve öğrenciyi sevdiğin, sıkmadığın herkesçe söylenir durur zaten. 156 gün boyunca Enes, Mücahit, Mehmet ve Fahrettin abiler yalnız bırakmadılar beni. Misafirini nasıl ağırlayacağını bilemeyen Elazığlılar, yabancı da olsa insanlara güven konusunda hiçbir tereddüt yaşamıyordu. Yeğenim Zühre ziyaretime geldiğinde tatlıcıya paket yaptırırken, beklerken yiyelim diye bir tabak tatlı ikram etmişlerdi bize. 3-5 kuruşun hesabını yapmayan bir esnafın var uzun lafın kısası

Çarşı izinlerinde tek sıkıntım her tarafta et türü yiyeceklerin olmasıydı. Birgün pizzza pizza’nın yerini bulmuştum da nasıl da kendimden geçercesine yemiştim pizzayı. Bir de sürekli gece açan, gündüz kapanan gri gökyüzün yok mu… Günlerce içim sıkılır, daralırdı gönlüm. Harput Kalesi, aslında çok da görülecek bir özelliğe sahip değildi. Buna rağmen 3 defa çıkmıştım. Ancak onun çevresindeki mesirelik yerler çok daha güzeldi. Keban barajı yolundaki Çırçır Şelalesini ise anlatacak kelime bulamıyorum. Orası ne muhteşem bir yerdi öyle. Nizamiye’ye gelir giderken Hazar caddesini -hani kargoların Hazar şubelerinin olduğu cadde- kullanırdım. Orası bana çok ferah gelirdi, büyük keyif alırdım o kaldırımları arşınlamaktan. Bir de Sezgin’le her çarşıda mutlaka ilk uğradığımız Simit City vardı ki Aydın’da böyle bir yer yok diye çok üzülmüşümdür.

Genelde üniversite okunulan ve askerlik yapılan şehir sevilmez derler ama ben seni sevdim Elazığ. Yolum tekrar düşer mi bilinmez ama yılar sonra gelsem bile toprağınla, insanınla aynı samimiyletle beni kucaklayacağından şüphem yok.

Sınırlar Arasında / Banu AVAR

Türkiye’deki STK’ların işleyişini yakından takip edenler ve Soros’un bazı Türk STK’lar üzerindeki etkisinden az çok haberdar olanlarda, Banu Avar’ın aşağıdaki yazısı “ora’yla bura” arasında bir benzerlik duygusu uyandıracaktır:

Yugoslavya’da demokrasi projesinin uygulanmasında OTPOR yani “direniş” adlı sivil toplum örgütü başı çekti.

Amerikalı işadamı George Soros tarafından finanse ediliyordu ve Yugoslavya’nın dağılarak “demokrasiye geçişi”nde aktif rol oynadı. [s.14]

Türkiye’de seyredilme rekorları kıran dizilerin, milyonlar dağıtan, ucuza şöhret sunan yarışmaların Continue reading →

ASKER GÜNLÜĞÜ

Elazığ‘da geçen 156 gün… Koca bir kış… Bir Aydınlı olarak 27 yıl güneşin bağrında yaşayagelmişken, kar’ın, fırtınanın -15’lerin altında saatlerce kalmak… Kimine göre “vatanı beklemek”, kimine göre “vatan borcu ödemek…” Kimilerine göre de “sizinki de askerlik mi?” Dostluklar, paylaşımlar, gurbet, hüzün ve küçük şeylerden dahi mutlu olabilmeyi öğrenmek… Bütün “poşet”lere inat, Mehmetçik olabilmek; sabretmek…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bize uygun gördüğü 156 günlük bu kutsal görevi iyisiyle kötüsüyle tamamladık ve yolumuza baktık, kaldığımız yerden devam ettik hayatlarımıza. Ömür biter askerlik anısı bitmez misali Umar, anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüp söyleşi sorularını hazırlamış, peş peşe sıralamıştı. Israrına rağmen ne bir komutandan ne bir arkadaştan ne de yaşanan olaylardan bahsetme gereği duydum “Sil Baştan” sohbetinde. Ama ilk haftalar kendimce almış olduğum notlar vardı ki, bunları bu yazıyla paylaşmak istedim:

11 Aralık 2007: İzmir Adnan Menderes Havalimanı. İlk defa uçağa bindim. Akşam saatlerinde Malatya’dayım. 

12 Aralık 2007: Sabah Elazığ’dayım. Öğlen Semih‘le buluştum. {Semih, oradan Hakkari Yüksekova’ya gidiyor.} Saat 16:00’da kışlaya giriş yaptım.

13 Aralık 2007: Asker kıyafetlerini dağıttılar.

20 Aralık 2007: Evden ayrı ilk Kurban Bayramı. 06:40, 9 gün sonra ilk defa bayram namazı için otobüsle dışarı çıktık. Trafik ışıklarını özlemişim.

1 Ocak 2008: Dün geceyi uyuyarak geçirdim. Bir yılbaşı gecesi askerde olacağımı tahmin etmezdim.

Türkiye haritasını elime alıp Aydın-Elazığ arasındaki mesafeyi gördüğümde moralim bozuluyor. En iyisi şafak 81 olana kadar haritaya bakmamak.

4 Ocak 2008: İlk defa kar yağdı. Garaj denilen yerde öğleden sonra karın altında yemin töreni için yürüyüş yaptık.

5 Ocak 2008: Kartopu savaşı yaptık. Elazığ’ın kar’ı toz gibi, çok farklı.

11 Ocak 2008: Yemin töreni başladı ama abimle İbrahim’i göremedim bir türlü. İbrahim’i fotoğraf çekmek için sahaya indiğinde görünce rahatladım. 30 gün sonra dışarıda ilk gecem.

12 Ocak 2008: Harput Kalesindeyiz. İbrahim, internet kafeden yorumların çıktısını getirdi.

13 Ocak 2008: Son sabah. Misafirhanenin odasında ağlıyorum. Abim ve İbrahim saatler sonra gidecek. Saat 11:00, 30 gün sonra ilk defa internete girdim.

19 Ocak Cumartesi: İnternetten kamerayla eve bağlandım. Annemi haftalar sonra ilk defa gördüm.

10 Şubat Pazar: Ziya’nın kargosu geldi. İçinden 14 kişinin mektubu çıktı.

11 Şubat Pazartesi: Gazeteciliğe başladım.

Şimdi Asker Olma Zamanı

Bizim evin çaprazına bir subay lojmanı yapılmıştı. Orada nöbet tutan asker abilerle bol bol sohbet ederdik. Henüz ilkokul çağlarındaydık. Bazen evden yiyecek bir şeyler götürürdük onlara. Memleketlerinden uzakta, hasret duydukları kardeşlerinin, yeğenlerinin yerine geçerek onlara kısa süreli bir mutluluk yaşatırdık. Birgün farkettim, o asker abiler artık benden küçüktüler. Benim devremin üzerine kaç devre geçmişti. Üniversite, yüksek lisans derken “gün geldi” bu gün oldu ve ödenmesi gereken vatan borcunu ödeme sırası bana da geldi.

Vedalaşmak beni daha çok üzüyor, bu sebeple askere gidişimi saklayabildiğim kadar saklamaya çalıştım. Görev yerim belli olduktan sonra artık bu sır’rın önüne geçemedim. Pazartesi akşamı evimiz dolup taştı. Telefonlar susmadı. Haberi buradan ya da sonradan öğrenecek olanlar da lütfen hakkını helal etsin. Herkes hakkını helal etsin.

Çarşı izinlerinde fırsat bulduğumda yazıp yazmama konusunda kararsızım. Bunu zaman gösterecek. Ancak fırsatını her bulduğum an yorumlarınızı tek tek cevaplayacağımdan hiç şüpheniz olmasın. e-vren günlüğü’nün yönetimi, ben tezkeremi alana kadar sevgili Mustafa Pişirici‘de olacak. Yorumlarınız kendisi tarafından onaydan geçmeye devam edecek. Ayrıca bana doğrudan mesaj göndermeniz mümkün. İlk fırsatta cevaplayacağım.

Şimdilik Kısa Dönem olarak Elazığ’da olacağım. Sağlıcakla kalın… Saygı ve sevgilerimle…