2009 Ramazan Bayramı

19  Eylül cumartesi: Ramazan’ın son günü, bayram arifesi. Bütün Aydın alış verişte. Özgür‘le görüşüp 10 numaralı hattıyla turladım, hasret giderdim :) İftardan sonra bütün bir gece saçma sapan şeyler yedim. Bu, 1 ay boyunca dinlenen mideme resmen zulümdü :)

e-vren günlüğü bayramda 3 gün kapalıydı

20 Eylül Pazar:

Bayramın birinci günü. Her yıl saatler öncesinden bizi bayram namazı için uyandıran annem bu yıl Continue reading →

Affet Beni Avea’m

Dün Kadir gecesinde teravih namazını, doğduğum evin mahallesindeki küçük, şirin camide kıldım. O camiyi hep Sinekli Bakkal romanını okurken  gözümde canlandırdığım camiye benzetmişmidir. Namaz öncesi Emine Ninemin yanına uğradım. Her zamankinden çok daha dinç ve neşeliydi. Onu iyi gördüğümü söylediğimde {şurada} fotoğrafını çektiğim sabır tespihini çıkarıp gösterdi. Neşesinin, enerjisinin sebebi günde 4-5 kez çektiği 500 taneli bu tesbihmiş.

Bugün iftarı abimle başbaşa dışarıda yaptık. Sohbetlimizin biri de Hüss‘ün birkaç ay sonra doğacak kardeşinin isim alternatifleri üzerineydi. Kız olursa Safiye Sultan koymayı düşündüğünü söyledi abim; “te’lif hakkı bende” dedim. Abim de Ne yani senin ileride kızın olmazsa boşa mı gitsin o isim?dedi :) Biri benimle acilen evlenebilir mi!

affet beni avea!

Bugün bulvardan yukarı doğru çıkarken kendimi birden Vodafone bayisinde buldum. Avea hattımı Vodafone’a geçirmek istiyorum dedim; Continue reading →

2008 Ramazan Bayramı

Tuhaf başlayıp tuhaf biten bir Ramzan Bayramıydı. Enteresanlıklarla doluydu 3 gün. Biraz benden kaynaklanan sebeplerden dolayı en az insanı gördüğüm, en az göründüğüm bayram oldu diyebilirim.

Bayram arefesi akşamı Hüss, babasını kendisini bayram namazına götürmeye ikna edemeyince annesinin boynuna sarılıp “anne, sen sabah bayram namazına gidecek misin?” diye miyavladı. Bana gelip sorma gereği duymadı çünkü 29 gün boyunca teravih namazına gitme isteğini geri çevirmiştim :) Gece yatağına gidip sabah onu bayram namazına götüreceğimi söyleyince “iyice sallayarak uyandır beni tamam mı?” diye de tembihte bulunmayı ihmal etmedi. Ve hemen ertesi gün Hüss‘ün hayatındaki ilk bayram namazıydı.

Sabah kahvaltı… Tavas baklavası, açılış 3 dilim. Ziyaretler, baklava. Eve geldim, tavas baklavası 2 dilim. Misafir geldi, ikram edilen çikolatalardan kendime de 1 tane. Misafir gitti, can sıkıntısı 2 çikolata daha. Öğle yemeği, tavas baklavası. Akşam misafirlerle çay. Eksik kalmayayım, ben de iki dilim baklava alayım. Misafirlikte, her çeşit şekerden birer tane. A o çikolata mıydı, ondan da alayım. 2 dilim kalburbastı. “Evrencim, tabaktaki son kadayıfı da bitiriver, o senin hakkın.”  Hay hay! Türk kahvesi orta şekerli olsun. Eve geldim, ille de çay. Hala tavas baklavası kaldı mı? Sedece 1 dilim :) Ramazan’a girmeden hemen önce 80 kiloydum. Bayramın 3. günü akşamı 76 kiloydum. Abimin her bayram ısrarla yaptırdığı Tavas baklavası ve benim tatlıya düşkünlüğümle gittiğim her yerde ikramlara gösterdiğin hürmet sayesinde o 80, bonuslarla geri dönecek gibi.

Bu bayramın en minik misafiri Tuğba bebekti. Dakikalarca onunla oynadım, fotoğraflarını çektim. İnsanın sevdikçe sevesinin geldiği çok tatlı bir bebekti. Hüss’ün sınıf arkadaşının kardeşi olunca daha bir ayrı tatlıydı :)

Bayramlarda herkes bir yana Emine ninem bir yanadır. Yine yalnızdı, bir sürü sorunları vardı. Ömrünün son demlerinde hayattan hala daha şikayetçiydi. Haklıydı da… Her zaman olduğu gibi bebekliğimin ilk aylarını yeni baştan dinledik. Ama en çok da kaybettiği evlatlarının acısı ve şu zamanda kendisine yaşatılan sıkıntıları…

Harun bu bayram sıkı sitemlerde bulundu. Bu sefer geç kalmamış, bayramın ilk günü hem de öğleden önce elimi öpmeye gelmişti :)

Dedemin hangi toruna ne kadar bayram harçlığı verdiği, bu bayramın magazin muhabbetlerinin alt sıralarındaydı. Ya herkes aldığı harçlıktan memnundu ya da artık bu konu fazla prim yapmıyordu.

Bu bayram en çok hoşuma gidense insanların -özellikle de komşuların- geçen yıllara nazaran bayram ziyaretlerine ağırlık vermiş olmaları. Herkes bu sefer elinden geldiğince pek çok eşi dostu ziyaret etmeye çalıştı.

Bizimkilerin plan programından dolayı ben bu bayram biraz da Safiye Sultan’la evi bekleyen konumundaydım. Bana böyle kutsal bir görev verilmişti. Bu zaman zarfında da fırsat buldukça eski yıllara ait yazıları buraya taşımakla meşgul oldum.

Ramazan Bayramı 2008’in en güzel karesi ise e-vren’in objektifi‘nden {işte böyle} yansıdı.

Öğreneceğimiz Daha Çok Şey Var Büyüklerden

Ben bunu, e-vren günlüğü’nün 4. yıl pastası kabul ediyorum. Hayatımda yediğim en lezzetli ev yapımı pastalardan biriydi. Bir gün önce arkadaşlarla yenilmek üzere yapılmış, lakin ertesi gün benimle buluşulacağı için bir miktar da bana ayırma düşünceliliğinde bulunulmuş. Tabi bunun yanında okumam için Olasılıksız ve Edgar Allan Poe‘nin bütün şiirleri kitapları ile, içinde filmler, Kore müziklerinin bulunduğu iki CD de getirilmiş. Bütün bu zahmete giren e-vren günlüğü’nü epeydir takip eden, takip etmekle kalmayıp arada eleştirisini de sunan çok zarif bir ziyaretçi arkadaşım. “Olasılıksız kitabını okuduktan sonra bu kitaptan bahsetmeyeceksin” diye tembihte bulunurken pastasından bahsetmemem gerekdiğini söylemedi ya da söylemeyi unuttu :) Ben de fırsattan istifade değerli ziyaretçimin güzel pastasının hem fotoğrafını çektim hem de bu yazıyla kendisine teşekkür etmek istedim.

AMCA EZANA DAHA KAÇ DAKİKA VAR?

Çocuk işte… Adı Eşref. Sanırım 10 yaşında. Büyük ihtimal yanındaki de kardeşi… Ellerinde bilyeleriyle koca camide gelip benim yanıma oturdular, cuma namazını kılmak için. İşte o andan itibaren sağ tarafımdaki bu iki, sol tarafımdaki sessiz ama bir o kadar kıpırdak yaradılışlı diğer 3. afacanla hoş bir diyaloga girdik. Eşref, biraz meraklı bir evladımız :) Arada bana “amca” diye hitap etse de diğer ikinci ufaklık bana “amca” deyince onu “ne amcası, abi diycen oğlum” diye uyarmayı da ihmal etmiyordu. “Ezana kaç dakika var daha?” diyor merkezden gelen vaazı dinlerken. “Ne o, sıkıldın mı?” diye soruyorum, bütün samimiyetiyle “evet” diyor. “4 dakika kaldı” dediğimde de seviniyor :) “Amca, bu tespihin bu boncuğu diğerlerinden neden büyük?”, “abi, şu çocuk 7 rekat kıldı namazı”, “amca, kaysana biraz” gibi çocuksu sözlerle bütün bir namazımı huşu içerisinde kılmam konusunda bana epey yardımcı oldu bu ufaklık. Diğer ikisi de namaz değil raks endamında Cumalarını mübarek kıldılar 6 rekat sonunda :) Şükürki bu 3 çocuğun bütün bu hengamelerine sağdan, soldan ya da arkadan “laf” eden bir yetişkin çıkmadı. Zaten tetikte bekliyordum; biri kalksın da azarlasın hele şu çocukları diye. Neyse ki ağzımızın tadını bozmadan tuhaf bir cuma namazını daha eda etmiş oldum 3 yeni arkadaşımla. Sahi amca mıyım ben, abi mi :)

Nevzat Biçer’i Büyüten Eller, Beni de Büyüttü

Yok-yoksul bir hayatın notlarını tutmaktan geliyordum. Emine ninemi ne zamandır göresim geliyordu, yanına uğradım. Her yaz olduğu gibi kapısının önünde küçük taburesinin üzerinde oturuyordu. Epeydir ihmal etmiştim onu. Anlatacak ne çok şeyimiz birikmiş. Biraraya her gelişimizde beni nasıl uyuttuğunu, karnımı nasıl doyurduğunu, beni nasıl oynatıp oyaladığını anlatır. Bugün filmi yine başa sardık, ilk defa dinliyormuş gibi keyifle dinledim bebekliğimi, Emine ninemin ağzından… Aydın’ın bir zamanlar belediye başkanlığını yapmış ve bugün Kipa’nın yanındaki parka da adı verilen Nevzat Biçer meğer kundakta bir bebekken Emine ninemin kollarında pışpışlanmış yıllarca. Annesi kapıyı tıklatır “Emine teyse Nevzat’a bakıver” dermiş. “Belediye başkanı olunca arayıp sordu mu seni?” diyorum; duymak istediğim cevabı veriyor: “Çok sahip çıktı bana, yanıma hep gelirdi.”

Şimdi Nevzat Biçer sadece bir parkın adı. Çoğumuz da oradan biliyoruz zaten kendisini. Emine ninem mi… Nevzat Biçer gibi kaç kişiyi uğurladı sonsuzluğa… “Torlak yolu karanlık artık benim için” diyor; çünkü Torlak yolunda düşüp ölmüştü oğlu. “Göçmen mahallesi karardı benim için” diyor sonra. Biricik kızının, rahmetli Fatmasının yuvası o mahalledeydi. Hala öğrenecek çok şeyimiz var onlardan.

İftarı Ayağınıza Getirsek?

İki Ramazan önceydi. İftar olur, biz Emine Nine’ye gideriz deyip, onun yalnızlığını paylaşmıştık arkadaşlarla. Bu Ramazan, neden daha çok yaşlının iftarına misafir olmuyoruz ki dedik. Ve açılışı bugün Emine Ninemizin iftar sofrasında yaptık.


İftarı Yaşlıların Ayağına Götürmek

Uzun süredir aklımdaydı bu fikir. İstanbul ziyaretimde Zeytinburnu Gençlik Merkezi‘ndeki arkadaşların toplantısında da paylaşmıştım bunu. Erzak ya da kumanya toplayıp kapıdan bırakmak ihtiyaç sahiplerini mutlu edebilirdi elbette ama… En güzeli ekmeğinle, çorbanla, tatlınla onların kapısını çalıp iftar sofralarına misafir olmak çok daha büyük bir mutluluktu. Biz bunu iki Ramazan önce Emine Nine ziyaretinde tecrübe etmiştik. Onun yalnız geçen tek bir iftarına misafir olmamız, Emine Nine için aylarca anlatılacak güzel bir anı olmuştu. Tek bir gecenin mutluluğu, iki yıl gözünün önünde canlanıp durmuştu.

Biz dört hafta boyunca yalnız yaşayan dört yaşlının evinde iftarımızı açacağız. Birkaç gün önceden gidip kendilerine haber veriyoruz. Yediğimiz yemek ve ekmekten, içtiğimiz çaya ve şekerine kadar her şeyi biz götürüyoruz. Evine misafir olduğumuz yaşlı teyzeye sadece iftar sofrasını bize açmak kalıyor. Sofranın kurulumu, toplanması, bulaşıkların yıkanması dahil her şeyi arkadaşlarla biz yapıyoruz. Artan yemek, meyve ve tatlılar buzdolabına yerleştiriliyor ve neyin nerede olduğu ev sahibine gösteriliyor. Böylece biz gittikten sonra da bir iki günlük yemek ihtiyacı da sorun olmaktan çıkıyor. Kapıdan erzak dağıtıp gitme dönemi geride kalmalı artık. Dağıtılan gıdalarla yemek yapamayacak durumda olan ihtiyaç sahipleri var. Onlarla onların sofrasında yemek, iftar sonrası çay içip sohbet etmek ve böylece o akşamlarını hoşsohbet içerisinde değerlendirmek mutlulukların en güzeli oluyor. Tabi bunu yaparken hiçbir şekilde onları rencide etmemek ve onlara yük olmamak şartıyla…

Emine Ninemizin evinde kurduğumuz iftar sofrasını bu Cuma yalnız yaşayan bir başka yaşlı teyzemizin evine taşıyacağız. Bizimle bir yaşlının evine iftarını götürmek isteyenlere ya da bu Ramazan ne yapabilirim? diye düşünüp harekete geçemeyenlere güzel bir fikir olması ümidiyle… Bizim soframız çok geniş…