Eskiden üniversiteli gençler, siyasi kavgalar ederlerdi kampüslerde, fakültelerde. İdeolojik düşüncelerini karşı tarafa kabul ettirebilmek, karşıt görüşleri sindirebilmek adına masalar, sandalyeler havada uçuşurdu. Okulların camları indirilir, hocaların önleri kesilir, arabalarına zarar verilirdi.
Yıl 2004. Biz bir grup genç, bir sosyal sorumluluk topluluğu kurmak istemiştik. Türkiye’nin pek çok üniversitesinde gençler, toplumsal duyarlılık projeleri gerçekleştiriyorlardı. “Bizim onlardan neyimiz eksikti?” Bir kıskançlık, bir rekabet duygusu değildi bu. Tamamen sosyal yaşamdaki eksikliklere karşı duyarlı olmaktı. Kendimizi anlatmış, amacımızı dile getirmiştik. Hedefimize ulaşmak zor olmuştu ama üniversite bünyesinde topluluğumuzu kurmayı ve gönüllü öğrenci sayımızı arttırıp, projelerimizi gerçekleştirmeyi başarmıştık.
Peki ya sonra… Proje eğitimleri alıp, projeden projeye koşarken sürekli birileri “amacımızı“ sorguladı. Öyle ya insan neden karşılıksız bir yardımda bulunaydı ki… Bu gençler, yoksul aile çocuklarını OKS’ye ücretsiz olarak hazırlıyorlardı. İyi güzel de onların sınıfta beyinlerini yıkamadıklarını nereden bilebilirlerdi ki… Yıpranmış köy okullarını boyayan pek çok gönüllü gencin arkasından rastgele kullanılan renklerin ideolojik hesapları yapıldı. Her sosyal sorumluluk projesinin altında bir bit yeniği arandı. Gençler, artık kavga etmek yerine birilerine yardım etmek için uğraşıyordu. Yetişkin bir kesim de “eskiden olduğu gibi“ bugün de gençleri eleştirip, yerden yere vurmakla uğraşıyordu. Masalar havada uçuşmuyordu, aksine onlar gönüllü ağabeylik ablalık yaparak çocuklarla uçurtmalar uçurmayı tercih ediyorlardı.
Sivil Toplum Kuruluşlarının da yardımıyla üniversiteli gençler arasında “gönüllülük bilinci“ hızla artıyor. Sosyal yardımlaşma kulüpleri/toplulukları kuruluyor; gençler akran eğitimi yöntemiyle birbirlerine “proje nasıl yazılır, gönüllülük esası nedir, proje nasıl gerçekleştirilir“ bunları tartışıyor; yüzlerce projeyi hayata geçiriyorlar. Zekâsını ve enerjisini ait olduğu toplumun yararına sarf eden gençlerin yanında hâlâ daha gönüllü çalışmaları gereksiz gören bir kesim de yok değil. “Dünyayı sen mi kurtaracaksın!“ mantığıyla sosyal duyarlılığa sahip gençlerin motivasyonunu yerle bir etmeye çalışanların sayısı azımsanmayacak seviyede. Avrupa’da pek çok şirket yıllardır işe alımlarda “ülken için ne yaptın, hangi gönüllü çalışmalara katkı sağladın” sorularına verilen cevaplarla iş başvurularını değerlendiriyorken bugün Türkiye’de gençlerin bir STK bünyesinde ya da bireysel olarak bir sosyal sorumluluk projesinde yer alıp almadığı çok fazla önemsenmiyor. Şimdilik televizyonlarda yüksek bütçeli, bol sponsorlu yetenek yarışmalarına katılan gençler alkışlanıyor, takdir ediliyor. Ama ekranlara yansımayan çok büyük bir genç kitle var ki projeyle yatıp projeyle kalkıyor. Birgün bir bakmışsınız, duyarlı bir genç sizin yerinize düşünmüş ve çevrenizdeki kirlilik için bir sosyal sorumluluk projesi üretip, hayata geçirmiştir. Size de “oh be gençler iyi ki bu soruna el attı” demek kalmıştır.