Hâmid’in Lüsyen’i

Lüsyen, kardeşim İbrahim ve Kader’in bana doğum günü hediyeleriydi. 532 sayfalık bu biyografik roman, en uzun sürede bitirdiğim kitaplardan biri oldu. Romanı bu kadar uzun sürede bitirmem, yazarının sıkıcı üslubundan kaynaklı değildi. Öyle ki Can Dündar‘ın konuşma dilini de yazı dilini de beğenirim. Vakitsizliği bahane edebilirim ama sanırım en çok da Lüsyen’den ve Şâir-i Âzam Abdülhak Hâmid‘den ayrılmak istemedim.

Can Dündar, romanı 2010 yılında tamamlıyor. Tamamlayana kadar sakallarını kesmeme kararı alıyor. Kitabın kapak fotoğrafı Lüsyen’in İstanbul Aşiyan Müzesi’nde yer alan portesinden oluşuyor. Romanı tamamladığınızda ise safyalarca okuduğunuz büyülü aşkın kahramanının sadece toprak yığınından ibaret, mezar taşı bile olmayan kabriyle karşılaşıyorsunuz. Başında Can Dündar. O bile, devrin en büyük şairinin yolculuğunda hep yanında olmuş, Atatürk‘ten büyük övgüler almış ve memleketini yeni Türkiye’ye feda etmiş Lüsyen’in mezarını bulmakta güçlük çekmiş.

Onlar çoğu zaman baba – kız kimi zaman da birbirlerine tutkuyla bağlı iki sevgili. Fedakarlık üzerine kurulu bir aşkı, asrın en büyük şairlerinden birinin özel yaşamını ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar edebi ve siyasi önemli olayları okumak isteyenler için Lüsyen, kesinlikle ikinci defa daha okunma isteği uyandıracak bir eser. Edebiyatla yakından uzaktan alakası olan herkes için de Tevfik Fikret‘in, Nazım Hikmet‘in, Mehmet Akif‘in, Yahya Kemal‘in, Necip Fazıl‘ın ve daha birçok edebi şahsiyetin birer geçit töreni olacak bu kitap. Dönemin en ünlü kalemlerinin teker teker ölümlerine tanıklık edeceğiz Hamid’le ve bir tek o kalacak bizimle. Sonra ne o ne de Lüsyen… Elinizde acılarla, sıkıntılarla ve hep bir özlemle geçen aşk yıllarının 500 küsur sayfalık hatıraları kalacak.

Lüsyen’de çok daha fazlası var. Her sayfada sadece Abdülhak Hamid ile ilgili değil devrin edebi ve siyasi konuları ile ilgili de çok önemli detaylar yer alıyor. Bunları bize yer yer Can Dündar, yer yer Lüsyen anlatıyor. Hepsi gerçek mektuplardan ve derin araştırmalardan derlenmiş cümleler. Öyle ki bu hazine değeri taşıyan kitapta İnci Engünün‘den Zeynep Çağlıyor‘a, Cevat Çapan‘dan Mustafa Tatcı‘ya kadar önemli isimlerin de kontrol ve düzeltmeleri yer alıyor.

facebook’evreni ] facebook sayfası twitter’evreni RSS abonelik

Benim Siyah Kalemim

benim siyah kalemim

Bilgisayarımı açmayı, yazı yazmayı, internete girmeyi dün geceden kendime yasaklamıştım; bugün yasağa da uydum.

Can Dündar’dan Lüsyen’i okumak güzel, bu güzelliği balkonda kahve içerek yaşadım. Sonra İmparatorların Dansı belgeselini seyrettim. Anne penguen yumurtasını kocasına emanet edip yemek bulmaya gidiyordu.

Uzun süredir uğramadığım o yere doğru yola çıktım. Aslında gidip gitmemekte kararsızdım; belki yanından yakınından geçer , bir daire çizer eve geri dönerdim.

Önce o yerin camında tanıdık bir yüz gördüm; köşedeki bakkaldan bir sakız aldım; içeri girmeye karar verdim. Elimde Can Dündar’ın Lüsyen’i vardı; oysa orada oturduğum süre boyunca okumadım; meğer evden buraya kadar kitabı boşuna taşımışım. Raflar arasında dolaşıp dergilere göz attım. Yeni Aktüel, Dil ve Edebiyat, Beşparmak dergilerini alıp oturdum. Yeni Aktüel’deki Orhan Pamuk söyleşisini büyük bir dikkatle okudum; siyah kalemimi çıkarıp yanımda getirdiğim müsvedde kağıtlara notlar aldım. Notları tutarken elimdeki siyah kalem dikkatimi çekti. Bu kalemle epeydir el yazısı yazmadığımı da fark ettim. Hep bilgisayar hep klavye… Geçen yıl da sınava hazırlık için kullanıyordum bu kalemi. Halbuki şimdi yine aynı mekandaydım. Sanki bazı emekler boşa gitmiş gibi hissettim.

Dikkatim hâlâ elimdeki siyah kalemde. Artık bu kalemle test şıkları işaretlemek, bana faydası olmayan notlar tutmak istemediğimi düşündüm. Böylesi daha güzel; bu, daha çok istediğim şey. Edebiyattan, fotoğraftan, beni mutlu eden şeylerden notlar almak…