2008 Ramazanı

-Alo e-vren abi, mübarek Ramazan’ın mübarek olsun.
-Sağol Cengiz, çok kibarsın…
Abi, teravih namazına gittiğim için son yazını okuyamadım :(
-Oh!
-Sahurda tekrar yayınlasan, o zaman okusam?
-Dıt dıt dıııt…

İlk teravih namazını Adnan Menderes Bulvarının ortasındaki 1659 yılında yapılmış Kırmızı Minare’de kıldım. Camiin asıl adı Ahmet Şemsi Paşa ama Aydın’daki insanların büyük çoğunlu ona Kırmızı Minare der. Minaresi kırmızı tuğlalarla örülü olduğu için bu isimle anılır olmuş sanırım.

Sabahları erken kalkma gibi bir sorun yaşıyorum. Ama nedense küçüklüğümden beri sahura uyanırken büyük bir heyecanla kalkarım. Annemin ikinci bir defa uyandırmaya geldiği nadir olmuştur. Bir de sahurdan sonra birkaç saat uyuyamıyorum. Okul döneminde bu yönden epey zorluk çekiyordum. 

Oruçlu olduğumuz bu ilk gün dolmuşla gitmem gereken yerlere yürüyerek gidip geldim. Hal böyle olunca hem terledim hem de çok susadım. Yolda iki teyzeyle karşılaştım. Ellerinde su şişleri vardı ve ben aralarından geçmek zorunda kaldım. Hemen sonrasında elinde bir kutu coco cola ziro’yu ağzına dikmiş bir amca… Allah’ım bunlar halisünasyon olmalı derken, şırıl şırıl akan bir çeşmenin başında elinde sigaralı gençler… Sigara içen biri değilim, bu yüzden beni ilgilendiren akmakta olan çeşmeydi. 

Ramazan günü insanlar ulu orta nasıl yer içer ve bundan rahatsızlık duymaz anlamıyorum. Geçen yıllarda iki japon turist Ramazan olduğunu bilmeden orta yerde yemek yedikleri için insanlardan nasıl özür diliyorlardı, çoğumuz haberlerde seyretmiştik. İnsan haklarına aykırı bir durum bence, ben ibadetimi yaparken diğerinin özgürce yiyip içmesi :) Güldüğüme bakmayın, çok içerliyorum bu konuyu :)

Zengin Bir Dedenin Torunu Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Aydın’ın bir ara sokağında dumanaltı bir kafeden çıkan koyu makyajlı genç kızları ve saçı jöleli delikanlıları görünce bir tuhaf oldum. “Oğlanlar babalarına, kızlar annelerine iftar hazırlığı için yardım ediyor olsa şu Ramazan’ın ilk günü hoş olmaz mıydı” diye düşündüm. Yusuf İslam demiş ya bir Arap ülkesini ziyaretinden sonra: “Müslümanların bu yaşayışını daha önceden görseydim belki de müslüman olmazdım…” Ya da buna benzer bir cümle kurmuş işte.

Gelenek bozulmadı; ilk iftarı dedemlerde açtık. 22 kişiydik, iki sofraya zor sığdık :) Ezan okunur okunmaz ardı ardına 5 bardak su içtim. Ramazanın bu ilk orucunda gözümde yemek memek yoktu :) Zaten pek de yemedim, daha çok suyla muhatap oldum… Sonrasında da ikinci teravih için bizim mahallenin “camii”ne {bence mescid} misafir oldum.

Bu arada günün tek traji komik olayı on günlük sakalımla ciddi bir ismin ciddi bir tanıdığıyla tanışmış olmam oldu. Yeşil, salaş kapriyi ve füme t-shirtü değiştirmeye fırsatım oldu da imajımdan taviz verecek kadar vaktim ve isteğim olmadı :) Zengin, hatırı sayılır bir dedenin torunu olmak da böyle havalı bir şey olsa gerek :)

İftar Soframızı Huriye Teyzemize Taşıdık

Ramazan’ın ikinci haftası da iftarı yaşlıların ayağına götürmeye devam ettik. Yine yemekten tatlıya, meyveden ekmeğe kadar iftarlıklarımızı alıp, bir teyzemizin sofrasını şenlendirmeye çalıştık. Bu Cuma bize evinin kapılarını açan, iftarımızı kabul eden Huriye Teyzemizdi. Dün akşamki konumuz genelde “kim çocukken neyi yuttu, nasıl çıkarıldı” idi. Sevil’in dişçi koltuğundayken yuttuğu dolgu makinesi başlığını ve kargoyla biten macerasını duyunca kulaklarımıza inanamadık, gülme krizlerine girdik :)

Evine misafir olduğumuz yaşlılarla yaşadığımız iftarı kaleme alırken özel yaşamlarının ayrıntılarına girmemeye özen göstermekte fayda var. Ancak, birbirinden mükemmel iki evlada ve kendisine çok düşkün torunlara sahip Huriye teyzemizle güzel bir akşam geçirdiğimizi, güle oynaya sohbetler ettiğimizi belirtmek yeterli olacaktır. Önemli olan da gençliğin rüzgarına kapılıp etrafımızdaki yalnız yaşayan ya da yaşlılığıyla başbaşa kalan büyüklerimizi -en azından Ramazanlarda- ihmal etmememiz gerektiği mesajını verebilmek.

Üniversiteyi kazanan Fatih bu gece -tam da doğum günün olan 22 Eylül’de- Edirne’ye doğru yola çıkıyor. Biz de Ziya ile birlikte Fatih’in son gecesine misafir olduk. Sahura kadar oturup İlknur‘un birbirinden lezzetli böreklerini yedik. Artık bir üniversiteli olan Fatih, bundan böyle 4 yıllık bir Trakya Üniversitesi macerasına başlıyor. İnsan bir taraftan emeklerinin karşılığını alan Fatih için sevinirken diğer taraftan da artık eskisi gibi her istediğimizde bir araya toplanamayacak olmamızın can sıkıcı gerçeğine üzülüyor. Eğitim ve istikbal her şeyden önemli. Bu gece Fatih’i Edirne’ye doğru yolcu ederken, yepyeni güzel bir hayata ve yeni dostluklara da uğurlamış olmak için dua edeceğiz.

Aydın’da Ramazan

Aydın‘a Ramazan uğramaz mı? Uğrar elbet. Ramazan, dünyanın her yerine uğrar, nuruyla serilir yeryüzüne. Ama bazı yerlerde daha çok hissettirir kendini. Çünkü o topraklardaki insanlar daha bir hissederek yaşarlar / yaşatırlar Ramazan’ı.

Aydın Belediyesi yıllardır Ramazan çadırı kurmuyor. Ama 7 Eylül Aydın’ın kurtuluş kutlamalarında Bülent Ersoy ve Deniz Seki‘ye tonlarca para ödemeyi ihmal etmiyor. İki üç havai fişek atıp Aydın’ın kurtuluşunu ihtişamlı bir şekilde kutladığını zannediyor. Oysa bizim insanımız Bülent Ablalarını Star Tv ekranlarından daha güzel ve rahat seyredebiliyor :) Aydın Belediyesi neden Ramazanları ve 7 Eylül kutlamalarını böyle ihmal ediyor? Bunun iki cevabı olabilir: Ya Belediye başkanından kaynaklanıyor -ki en yüksek ihtimal budur- ya da bu konularda yeterli bilince sahip olmayan bir ekibe sahip.

Yanı başımızdaki Denizli şehircilik anlamında aldı başını gidiyor. Denizli Belediyesi iki dönemdir şehri sanki terz yüz edip sıfırdan inşa etti. Her yıl, iftar çadırları, Ramazan sokakları, meydan eğlenceleri ve diğer etkinliklerle kendisine oy ve vergi veren Denizli halkına unutamayacağı Ramazan akşamları yaşatıyor.

Neden Zengin ve Fakir Aynı Sofrada Yemek Yemesin?

Her şeyi belediye(ler)den beklemek elbette ki yanlış. Geçen yıllarda Turistik Park bahçesinde kurulu olan Genç İşadamları’nın iftar çadırı bu yıl nedense yok. Bu Ramazan sadece Menderes Park’ın bahçesinde Türk Kadınlar Birliği’nin küçük bir iftar çadırı var ki onları tebrik etmemek mümkün değil. Koca şehirde Ramazan’ın geldiğini camiilerde asılı olan afiş ve Türk Kadınlar Birliği‘nin iftar çadırından anlayabiliyorsunuz. Aydın neden bu konuda zayıf, zenginler neden bu konuda duyarsız anlamak mümkün değil. İftar çadırını sadece belediye kuracak diye bir şart yok. Ve o çadırlara sadece yoksullar gidecek diye de bir zorunluluk… Önemli olan zengini ve fakiri aynı masada aynı amaç için bir araya getirebilmek, toplumsal kaynaşmayı sağlayabilmek.

Ramazan’ın birinci haftasını geride bırakıyoruz. Aydın’ın Atatürk Meydanı’nda sözde Ramazan panayırı kurulmaya başlanmış. Magazin kültürünün ünlü isimleri için günler öncesinden dev platformlar kurulup hazır ediliyorken, belediye kendisine oy veren ve vergi ödeyen halkına ağız tadıyla bir Ramazan yaşatamayarak haksızlık etmiyor mu?

İftarı Ayağınıza Getirsek?

İki Ramazan önceydi. İftar olur, biz Emine Nine’ye gideriz deyip, onun yalnızlığını paylaşmıştık arkadaşlarla. Bu Ramazan, neden daha çok yaşlının iftarına misafir olmuyoruz ki dedik. Ve açılışı bugün Emine Ninemizin iftar sofrasında yaptık.


İftarı Yaşlıların Ayağına Götürmek

Uzun süredir aklımdaydı bu fikir. İstanbul ziyaretimde Zeytinburnu Gençlik Merkezi‘ndeki arkadaşların toplantısında da paylaşmıştım bunu. Erzak ya da kumanya toplayıp kapıdan bırakmak ihtiyaç sahiplerini mutlu edebilirdi elbette ama… En güzeli ekmeğinle, çorbanla, tatlınla onların kapısını çalıp iftar sofralarına misafir olmak çok daha büyük bir mutluluktu. Biz bunu iki Ramazan önce Emine Nine ziyaretinde tecrübe etmiştik. Onun yalnız geçen tek bir iftarına misafir olmamız, Emine Nine için aylarca anlatılacak güzel bir anı olmuştu. Tek bir gecenin mutluluğu, iki yıl gözünün önünde canlanıp durmuştu.

Biz dört hafta boyunca yalnız yaşayan dört yaşlının evinde iftarımızı açacağız. Birkaç gün önceden gidip kendilerine haber veriyoruz. Yediğimiz yemek ve ekmekten, içtiğimiz çaya ve şekerine kadar her şeyi biz götürüyoruz. Evine misafir olduğumuz yaşlı teyzeye sadece iftar sofrasını bize açmak kalıyor. Sofranın kurulumu, toplanması, bulaşıkların yıkanması dahil her şeyi arkadaşlarla biz yapıyoruz. Artan yemek, meyve ve tatlılar buzdolabına yerleştiriliyor ve neyin nerede olduğu ev sahibine gösteriliyor. Böylece biz gittikten sonra da bir iki günlük yemek ihtiyacı da sorun olmaktan çıkıyor. Kapıdan erzak dağıtıp gitme dönemi geride kalmalı artık. Dağıtılan gıdalarla yemek yapamayacak durumda olan ihtiyaç sahipleri var. Onlarla onların sofrasında yemek, iftar sonrası çay içip sohbet etmek ve böylece o akşamlarını hoşsohbet içerisinde değerlendirmek mutlulukların en güzeli oluyor. Tabi bunu yaparken hiçbir şekilde onları rencide etmemek ve onlara yük olmamak şartıyla…

Emine Ninemizin evinde kurduğumuz iftar sofrasını bu Cuma yalnız yaşayan bir başka yaşlı teyzemizin evine taşıyacağız. Bizimle bir yaşlının evine iftarını götürmek isteyenlere ya da bu Ramazan ne yapabilirim? diye düşünüp harekete geçemeyenlere güzel bir fikir olması ümidiyle… Bizim soframız çok geniş…

Kuşadası’nda İlk Ramazan

Sanırım ilk defa ilk iftarımızı Aydın dışında yaptık. Ramazan’ın ilk dört günü Kuşadası’ndaydık. Oruçlu oruçlu denizi seyretmek, yüzenleri görüp de yüzümemek tuhaf bir duygu. Her yıl 11 gün geri gelen Ramazan, önümüzdeki yıllarda hepten yaz aylarına denk gelecek ve işte asıl ağır sınav sanki o zaman verilecek. İki gün arka arkaya denizi seyretme şansım oldu. Pazar günü tek başıma yola düşüp gazetemi alıp bugüne kadar keşfetmediğim bir tepeyi keşfedip orada 1 saate yakın bir süre oturdum. Kuşadası Devlet Hastanesi‘nin hemen altında bakımsız ama muhteşem bir manzaraya sahip bir parktaydım bu sabah. Büyük bir turist gemisinin limana yanaşmasını seyrettim dakikalarca. Deniz dalgalı, hava rüzgarlı ancak bir o kadar da yakıcı bir güneş…

Artık akrabadan da öte, anneannemiz yerine saydığımız Huriye Teyzenin evindeyiz. İlk iftarımızı onunla açtık. Ramazan’ın ilk dört gününü beraber geçirdik. Bulunduğu yerde ezanı duymak mümkün değil. Genelde ingiliz komşularla çevrili etrafı. Birkaç Türk komşusu var. Hatta Ramazan Ayına girildiğinden haberi olmayan Türk komşuları bile var… İlk gün imsakiyemiz olmayınca ben ve kardeşlerim Kuşadası’ndaki arkadaşarımızdan yardım istiyoruz :) Ada’ya Ramazan pek uğramamış. Yollarda sigara içenler, yemek yiyenler çoğunlukta. Gözünü turizmle açıp turzimle kapatan bir şehir olmak Ramazan’ı unutmayı gerektiriyor sanki. Birkaç büyük otelin Ramazan geceleri düzenlediğini görüyorum reklam afişlerinde. Sadece otellerde var Ramazan. Şehir büyük bir uykuda sanki. Akşamüzeri Huriye teyzemizi de alıp geri dönüyoruz Aydın’a.

Ramazan’ı Yeniden Yaşamak

Bugün bütün gün İzmir‘deydim. Merve‘yle kahvehane gibi bir yerden çıkıyoruz :) Konak Piere‘e doğru giderken fotoğraf çekilesimiz geliyor. Merve’nin objektifinden şiir gibi bir fotoğraf çıkıyor ortaya. Evren bak sevgilileri de aldım. Sen ve onların arasındaki boşluğa da bir şiir ekle diyor :)

İzmir, pek Ramazan‘a hazır gibi görünmüyor. Konak Piere gözüme çok tenha geldi ilk defa. Belki akşama ilk teravih heyecanından dolayı boşalmış olabilir :) Onun dışında dışarıda bir curcunadır gidiyor. Kimse çalışmıyor, herkes gezip tozuyor sanki.

Aydın’a geldikten 10-15 dakika sonra yatsı ezanı okunuyor. Ben hala üzerimi değiştirmekle meşgulüm. İlk teravih namazını çocukluğumun camii Konak‘ta kılmayı planlarken yan taraftaki mescite zor atıyorum kendimi. Namaz boyu komşumuzun oğlu İrfan‘ın abi şimdi ne diye niyet edeceğiz, kaç rekat kılacağız? sorularına cevap yetiştiriyorum.

Her yıl ağlamaklı bir şekilde uğurladığım Ramazan’a yeniden kavuşmak büyük bir mutluluk. Her günün ayrı ayrı kıymetini bilip, tadını çıkara çıkara Ramazan günlerini yaşayabilmeyi ümid ediyorum. Bu yıl arkadaşlarla her hafta bir yaşlının evine Ramazan’ı götürme projemiz var. İlkini pazartesi günü gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Geçen yılın aksine sokakta yürürken oruç tuttuğumu ve Ramazan ayında olduğumu hissedebilmeyi diliyorum.