RAMAZAN’IN ARDINDAN

Ramazan‘ın son sahuru sonrasında yazıyorum bunları. Hayatın nasıl da hızla akıp geçtiğini bir kere daha görüyorum, ilk sahurda yazdığım yazıyı hatırladığımda.

Dün akşam İlknur, Fatih, Deniz, Ozan, kardeşlerim İbrahim ve Ziya ile Deniz’lerin aperatif dükkanında iftar açtık. Deniz’in yaptığı içinde 1 gr bile tavuk eti bulunmayan tavuk göğsü tatlısını :) yedikten sonra cümbür cemaat TABU oynamaya gittik. “Ele başı” kelimesini tahmin etmeye çalışan İlknur, literatürümüze yeni bir tanım kazandırdı: Ele Beyin :) Gece 12’ye kadar da Pınarbaşı’nda çiğdem yiyip, dev satranç taşlarını oynadık. Ve öyle yüz göz olduk ki, bayram boyunca görüşmemeye karar verdik :)

Bu Ramazan, Türk televizyonları başarılı bir sınav verdi diye düşünüyorum. Geçen Ramazanlarda bir anda üzerine ölü toprağı serpilen başta Kanal D, ATV, Show Tv gibi ulusal kanallar sahurda bile canlı yayın programları gerçekleştirdiler. Gerçi Kanal D, Ramazan’ın yarısından itibaren son 4 yıldır yayınladığı Miladdan Önce kalma Türkülü programını sahurda yine pişirip önümüze koymayı ihmal etmedi. Balkanları ve Türkiye’nin hemen hemen her ilini dolaşan Bayrampaşa Belediyesi‘nin Bereket Konvoyu, bu Ramazan’a damgasını vuran en güzel projeydi kuşkusuz. TV 8 ve Show Tv de bu projeyi kusursuz bir şekilde hem iftarda hem sahurda ekranlarımıza taşıdılar. İçeriğiyle en çok ilgi çeken sahur programlarından biri ise şüphesiz her gün ayrı bir sanatçının evine konuk olan Zara‘nın Tanrı Misafiri programıydı. Yalnız oradaki Hoca’yı bir türlü gözüm tutmadı :) Biz ailecek pek güldük hocamıza. Keşke Cübbeli Ahmed Hoca olsaydı yerinde de stand up tadında bir sahur programı seyretseydik :)

Ramazan’ı bereketiyle, ihtişamıyla en fazla yaşayan il İstanbul’da olmak istedim yine bu yıl. İleride Ramazan’ın 3-5 gününü mutlaka İstanbul’da geçirmek istiyorum. Aydın’da ne iftar çadırı açan, ne de insanlarla bütünleşen Aydın Belediyesi başkanı ve personeline de sevgi ve selamlarımı gönderiyorum! Sayelerinde bir Ramazan daha Aydın il sınırlarından sessiz sedasız geçip gitti. Seneye Kurtuluş Şenliklerine katılacak sanatçılara çok fazla para dökmeseler de Ramazan’da fakir fukara için bir iftar çadırı açsalar. Denizli’de üç tane iftar çadırı varmış, bilmem ilgilerini çeker mi?

Onbir Ay’ın Sultanı’nı uğurlarken son sahurun ardından, tez zamanda tekrarını, her geçen yıl ağız tadıyla, daha da coşkulu bir şekilde yaşanmasını diliyorum. Hala daha Mübarek Ramazan Bayramı’nı “şeker bayramı” diye kutlayanların dışında herkesin bayramını kutluyorum.

DENİZLİ GÜNLÜĞÜ

Salı günü Denizli‘deydim. 10 saatlik misafirliğim boyunca yaşadıklarımı anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. Ama ciddi bir itirafla başlamak istiyorum: Denizli Belediyesi, şehircilik anlamında almış başını gidiyor.

Her yıl Eylül ya da Ekim aylarında sağlık karnelerinin vizelerinin yenilenmesi için soluğu Denizli Bağ-Kur’da alıyoruz. Online sisteme geçiş yapan Bağ-Kur, eskisi gibi 3-4 ayrı resmi kurumu dolaştırmıyor. Gerekli bilgileri kendileri öğrenip yaklaşık 15-20 dakikada işlemi tamamlıyor. Unutmadan, Denizli Bağ-Kur’daki memurların nezaketinden dolayı (hepsine değil tabi) teşekkür ediyorum.

Resmi bir dairedeki işimi bu kadar zahmetsiz halletmenin verdiği mutlulukla eski sınıf arkadaşım/bıllam/Hülya Avşar’ım Suzi‘yi ziyaret ettim, çalıştığı etüd merkezinde. Suzi’yle kız verdip oğlan aldıktan sonra {:)} Ramazan’la birlikte şöyle bir Denizli turu atıp, akşamüzeri Eğitim Fakültesi’nin yanındaki Ramazan sokağına eski ev arkadaşım Ferit‘i görmeye gittim. İftar’ı da sözleştiğimiz üzere Suzi ile başbaşa yaptık. Ve hayatımda ilk defa Güllaç’la müşerref oldum. Son iki haftadır hemen hemen bütün televizyonların anahaber bültenlerinde ballandıra ballandıra anlatılan Güllaç’ı yedikten sonra karar verdim: Ne aşure, ne dondurma… Benim bundan sonra başımın tacı Güllaç’tır :)

Yolları, parkları, sanayisi ve Ramazan sokağıyla belediyenin, halkına duyduğu saygı ortadaydı. 14 Ekim’de de Denizlililer doğal gazla buluşmaya hazırlanıyor. Bizim Aydın Belediyesi‘ne buradan duyurulur: Denizli, Denizli olmuş, Aydın’da 3 parkla sezonu kapattık. Ve Ramazan, 2. haftasında -sözde- panayırla uğrayabildi Aydın’a!

Denizli dönüşünde halk olarak hala “asker uğurlama”yı öğrenemediğimizi acı bir şekilde tecrübe ettik. Genç delikanlıyı askere uğurlayan ailenin, garajda otobüsümüzü oyaladığı ve İstiklal Marşımızı katlettiği yetmediği gibi Sultanhisar’a kadar araçlarıyla sağımızdan solumuzdan girip çıkmalarıyla bizi kazaya sürüklediler. Yolcu almak için durulduğunda da cümbür cemaat araçlarından inen aileye şoför dahil yolcular “bize kaza yaptırmaya mı çalışıyorsunuz?” şeklindeki çıkışmalarına asker ailesinin yanıtı epey garipti: “Bizim içeride canımız var, böyle bir riske girer miyiz?”

Oysa bugün bu yazıyı yazamıyor da olabilirdim, “canlarını” askere uğurlamayı bir türlü beceremeyen “birileri” yüzünden.

Uzun lafın kısası: Tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler. Denizli’nin Ramazan atmosferini soluyup, sevdiklerimi görüp, Kitap-lık ve Türk Edebiyatı dergilerinin Ekim sayılarını alıp, kafamı dağıtmış bir şekilde “canım Aydınıma” geri döndüm.

YAĞMUR ALTI İFTAR

Cami içinde yer bulamayınca, üst kattaki terasında kıldım Teravih namazını. Ağustos böceklerinin “cırcır” sesleri eşliğinde, milyonlarca yıldızın altında, hasırların üzerinde… Sağ tarafımdaki çocuklar kıkır kıkır güldüler, imamdan önce rükuya – secdeye gidip, birbirleriyle yarıştılar. Ve ben eski Ramazanlarımı düşündüm. Zaman “hiç yaşanmamışçasına” geçiyor, fark ettim bir kere daha.

 

Hüss’le sokağa attık kendimizi öğleden sonra. Sonbahar’ın ilk yağmurları düşüyordu Aydın sokaklarına. Yağcılariçi sokağında tutulduğumuz ılık eylül yağmurunun tadını çıkardık. Oruçlu, yorgun ve de halsizdim ama bunun Hüss için hiçbir önemi yoktu. Çocuk parkında bilmem kaç defa kaydıraktan kaydı, hemen de arkadaşlar edindi. Kendisine çikolata uzatan amcaya teşekür edip, “oruçlu olduğunu iddia etmesine rağmen” çikolatayı bir çırpıda ağzına attı. Elektrikli lokomotiflere bindi, yol boyu meyve suyu ve oyuncak istedi. “İnsanların oruç tuttuğunu, hiçbir şey yiyemediklerini, onların gözleri önünde bir şey yerse ayıp olacağını” söylediğimde de “ben oruç tutmak zorunda değilim ki” diye cevabı yapıştırıverdi 5 yaşındaki Arı Maya’m :) Ama Hüss’e sorarsanız bizimle birlikte her gün oruç tutuyor, günde 5 öğün yemek yiyerek :)

AİLENİN İLK İFTARI

Aile içindeki ilk iftar buluşması bu akşam bizde gerçekleşti. Dedemler, Dayımlar ve Teyzemler hep bir aradaydık. 15 kişiydik ama 7 kişi de firemiz vardı. Her yıl biraz daha çoğalıyoruz, aslında azalmaya doğru yaklaşırken. Torunlar evlenmeye başlıyor, yeni torunlar dünyaya geliyor, yaşlılar daha da yaşlanıyor. Dedem ve anneannemin yüzündeki her bir çizgiyle beraber, hayatımıza yeni şeyler ekleniyor: Yeni insanlar, yeni eşyalar, yeni adetler, yeni sevinçler, yeni acılar…

Bu hayatı bizim ikinci seyredişimiz. Ve öylesine hızla geçiyor ki… Az önce söylediğim gibi: Hiç yaşanmamışçasına geçip gidiyor. Ard arda doğumlar, ölümler, Ramazanlar, bayramlar… Sanki yuvarlak bir dairenin etrafında dolanıp duruyoruz ve hep aynı şeyleri -biraz değişerek- yaşıyoruz. Aynı noktaya her gelişimizde ya yanımızdaki biri eksiliyor, ya yanımıza yeni bir yüz ekleniyor, gençleşiyor, yaşlanıyor ve her seferinde biz bu filmi bir yerden hatırlıyoruz!

PROTESTO EDİYORUM!

Bu Ramazan, Aydın‘da hiçbir belirti yok. Belediyemiz derin bir uykuda. Aydın’ın kurtuluşu 7 Eylül‘ü Deniz SEKİ ve Yeşim SALKIM‘a 5-10 şarkı okutturarak, 20-30 havai fişek patlattırarak kutlayan Aydın Belediyesi, zannediyorum bütçesini fazla aştı ki, Ramazan’da dinlenmeyi tercih etti. Biz Bulvar’da, Atatürk meydanında, Sevgi Yolunda, Yağcılariçi sokağında Ramazan’ı görmek, yaşamak istiyoruz. Hem de şimdi istiyoruz, yerel seçimlere 10 kala değil!

Çok uzakta değil, hemen yanıbaşımızdaki Denizli’de belediyenin Ramazan için şehri baştan sona süslediği, bir Ramazan sokağı kurduğu haberlerini alınca Aydın Belediyesi’ne kızmamak, Denizli halkını da kıskanmamak elde değil. Oysa hemen hemen bütün şehirlerde Ramazan için aylar öncesinden hazırlıklar başlıyor. Halk, Ramazan’ın manevi havasını iyice tatsın, yaşasın diye sokaklar, caddeler, meydanlar 11 Ayın Sultanı’na yaraşır şekilde hazırlanıyor. Ramazan sokakları kuruluyor, iftar çadırları açılıyor, Orta oyunları, gölge oyunları, macunlar, dövme dondurmalar, şerbetler dört bir tarafı dolduruyor. İnsanlar sokaklarda iftarını açıp, gönlünce eğlenebiliyor.

Bu yıl uğramadı Aydın’a Ramazan :( Seni protesto ediyorum Aydın Belediyesi!

İLK BULUŞMA

Saat 20:38

Okunan yatsı ezanıyla bütün ihtişamıyla serildi yer yüzüne Ey Şehr-i Ramazan! Başlar, aynı Rabb’ın huzurunda secdeye vardı, hep bir ağızdan tekbirler getirildi. Çoluk çocuk, kadın erkek herkes Sultanların Sultanı’nın bereketini, havasını, huzurunu doldurdu yüreklerine.

İlk Teravih namazımı, çocukluğumun ilk camii, Konak Camii‘nde kılmak istedim. Kokusunu, yeşil halılarını özlemişim. İlkokuldayken yeğenler, kuzenler, mahalleden arkadaşlarla toplanır, camiin en üst katının tenha yerinde grup halinde güle oynaya teravih namazımızı -sözde- kılardık :) Ama ne namaz! Stand-up gösteri neredeyse. Yere yeni çıkmakta olan erikleri dizerdik de secdeye her gidişte birer tane ağzımıza atar, kütür kütür yerdik :) Namaz çıkışında da diğer mahallenin çocuklarıyla torpil savaşı yapardık.

Onca gırgır şamatamıza hafif uyarılar gelirdi cemaatten ama hiçbir zaman biz çocukları namazdan ve camiden soğutacak derecede tepki göstermezlerdi. Büyüdük, namazlarımızı -adam gibi- kılmaya başladık. Ne o günler geri geliyor, ne o çocukluk arkadaşlarımız, ne de o eski Ramazanlar…

HOŞGELDİN RAMAZAN :)

Seni özledim, milyonlarca Müslüman gibi. Ve sen Nur’unla bir kere daha iniyorsun yeryüzüne. İnsan olduğumuzu hatırlatmak, göremediklerimizi bize göstermek için… Tok olan’a, aç’ın halini anlatabilmek için… Ve 30 gün boyunca da olsa dünyaya huzuru yaşatabilmek için…

Küçükken iftara birkaç saat kala Ramazan pidesi kuyruğuna girerdik. Onun o aklımı başımdan alan kokusu hala burnumda tütüyor. Şimdi yılın 365 günü aynı pideyi her yerde bulmak mümkün. Ama ben ısrarla Ramazan’ı bekliyorum o pideyi yiyebilmek için. Sahurlar… Teravih namazları… İftarlar… Ramazan programları… Misafirlikler… Hurmalar… Ve dostluk, paylaşım, mutluluk, huzur…

Bu akşam ilk Teravih namazı kılınacak. Bu Ramazan her akşam farklı bir camiide kılmak istiyorum teravih namazlarını. Herkese hayırlı Ramazanlar :)

Hoş Geldin Ramazan!

Ramazan

İyi ki Geldin; Hoş Geldin*

Akşam ezanı okunmuştu bütün hüznüyle ve hüzünle açmıştık son orucumuzu. Yıl 2003’tü ve gün 2003 Ramazanının son günüydü.

Bir dosttan ayrılmak kadar zor oldu Ramazan’dan ayrılmak. Ardından hemen bir bayram geliyordu belki ama koca bir ay yaşanan huzur, üç gün yaşanacak bayram sevincinden daha çok değerliydi benim için. Kim bilir belki senin için de…

Yine karşımdasın. Koskoca 30 günün var, henüz daha 1 günün bile eksilmeden. 11 Ay’ın Sultanı olarak ismine yaraşır bir şekilde bütün asaletinle yeryüzünün üstüne serilmeyi bekliyorsun. Herkes farklı yaşayacak yine seni, farklı hissedecek, farklı değerlendirecek. Ama sen asaletinle yeryüzündeki bütün yüreklere aynı huzuru, aynı sükûneti ve aynı mutluluğu vereceksin.

30 günlük bir hazinesin sen. Öyle ki sandığının kapağı açıldığında insanlar daha çok sevmeye başlayacak birbirlerini, daha çok yardım etmeye başlayacak birbirine… Ve daha çok dönüp bakacak kendisine.

Yeryüzüne sen inince Ramazan, kıyıda köşede yarım yüreğiyle duran kimsesiz çocuğun yüzüne daha çok göz değecek. İhmal edilen yaşlılar daha çok aranılacak, unutulanlar bir bir hatırlanacak. Yani sen inince yeryüzüne Ramazan, çoraklaşmış yürekler yeniden yeşerecek, yüzler daha çok gülecek, gönüller daha da ferahlayacak. Sen gelip oturunca soframıza unuttuğumuz öz değerlerimizi sanki yeniden anımsayacak, bir tür geri dönüş yaşayacağız. Sen gelince…

Peki ya sen gidince? Yine geldiğin gibi, tüm asaletinle geri döndüğünde… 30 gün boyunca yeryüzüne ve kalplere saçtığın nur tohumlarını ardında bırakıp gittiğinde… Kaç kişi bıraktığın yardım, sevgi ve huzur tohumlarını sulamaya devam edecek? 23 defa seni gördüm ve yaşadım. Ve her seferinde ardından gözyaşı döktüm. Çünkü varlığınla aydınlattığın bu dünya, bir mükâfat olarak sunduğun 3 günlük bayramın ardından yine karanlıklara boğulacak. Ve ben 30 günlük dev gibi huzuru 3 günlük bayram sevincine tercih edip, gidiyorsun diye ağlayacağım ardından yine.

Nerede o eski Ramazanlar, bayramlar deriz her gelişinde. Oysa sen hep aynı Sen’sindir. Seni yaşayanlar, algılayanlar farklıdır yeryüzüne her inişinde. Biz değiştikçe seni yaşama biçimimiz de değişiyor, bayramı kutlama tarzımız da…

Sen yine asil, yine nurlusun… Çünkü sen bize Rab’dan bir lütuf, bir armağansın. Kalplerimizi nurlandıran, bizi bize döndüren 11 Ay’ın Sultanısın. İyi ki varsın, iyi ki var olmaya devam ediyorsun, iyi ki yeniden geldin… Hoş geldin!

Hepimizin gözü aydın. Hayırlı Ramazanlar

*Bu yazı, ilk önce Anadolu’nun Sesi Dergisinin 2. sayısında (2004) yayımlanmıştır.

**Bu yazı, 07.10.2005 tarihinde Radyo Gençlik’ te Salih GÜRBÜZ tarafından seslendirilmiştir.