Paşa!

Bunu daha önce de buralara bir yerlere yazmıştım sanırım. Semih, sürekli ama sürekli derdi ki “İnsanlara anlam yüklemeyeceksin Evren; onları homojen bırakacaksın!”

Ancak ne o beni ne de ben onu hiçbir zaman homojen bırakamadık; üniversite yıllarımızın ve sonrasının en yakın iki dostu olduk. Hayatımızdaki insanlara anlam yüklerken ya da yüklemezken -belki de böyle bir durumun farkında bile olmazken- onlara hitap şeklimizle aslında böylesi bir sınıflandırmaya gittiğimiz de oluyor. Örneğin benim için ‘im takısı her zaman çok kıymetlidir.

Bana Paşa’m diyen tek bir kişi var; daha ağzından Evren’i duymadım; duyduğum gün de aramızdaki her şey biter zaten :) Yalnızca Harun bana “Paşa’m!” derken Turgut hocam da her zaman “Paşa!” der, çok da hoşuma gider. Ama bir başkası bu iki kelimeyi bana karşı kullandığında tüylerim diken diken olabiliyor ;)

188245_535562243150983_1414890610_n

İstanbul’da yeni tanıştığım arkadaşlardan biri de bana sürekli “Paşa” diyor, bu da beni sinirlendiriyor :) Gülüyorum ama aslında bu duruma gerçekten sinirleniyorum ;)

Söz dostluktan açılmışken, dün akşam asker arkadaşlarım Haluk ve Yasin yeni evime ilk kez geldiler. Benim asker arkadaşlarıma duyduğum sevgiyi ve verdiğim değeri çoğu insan bilir. Gece 2’ye kadar süren sohbetimizin ardından bir kez daha anladım ki ben dostlarımla çok zenginim ve İstanbul’da kesinlikle yalnız değilim.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik

Madran Çayı Çıkarması

Şimdilerde en çok onları anlatıyorum; Cuma akşamı Harun‘a, cumartesi akşamı Semih‘e, pazar akşamı Ebruların Sultanı’na saatlerce anlattığım gibi… Cumartesi günkü Madran Çayı çıkarmasından geriye kalan yalnızca onların 600’e yakın fotoğrafı değil; son bir haftadır içinde bulunduğum duygusal iniş çıkışların hıçkırıkları içinde yeniden hayat bulan bir yaşam tecrübesiydi.  Continue reading →

ASKER GÜNLÜĞÜ

Elazığ‘da geçen 156 gün… Koca bir kış… Bir Aydınlı olarak 27 yıl güneşin bağrında yaşayagelmişken, kar’ın, fırtınanın -15’lerin altında saatlerce kalmak… Kimine göre “vatanı beklemek”, kimine göre “vatan borcu ödemek…” Kimilerine göre de “sizinki de askerlik mi?” Dostluklar, paylaşımlar, gurbet, hüzün ve küçük şeylerden dahi mutlu olabilmeyi öğrenmek… Bütün “poşet”lere inat, Mehmetçik olabilmek; sabretmek…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bize uygun gördüğü 156 günlük bu kutsal görevi iyisiyle kötüsüyle tamamladık ve yolumuza baktık, kaldığımız yerden devam ettik hayatlarımıza. Ömür biter askerlik anısı bitmez misali Umar, anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüp söyleşi sorularını hazırlamış, peş peşe sıralamıştı. Israrına rağmen ne bir komutandan ne bir arkadaştan ne de yaşanan olaylardan bahsetme gereği duydum “Sil Baştan” sohbetinde. Ama ilk haftalar kendimce almış olduğum notlar vardı ki, bunları bu yazıyla paylaşmak istedim:

11 Aralık 2007: İzmir Adnan Menderes Havalimanı. İlk defa uçağa bindim. Akşam saatlerinde Malatya’dayım. 

12 Aralık 2007: Sabah Elazığ’dayım. Öğlen Semih‘le buluştum. {Semih, oradan Hakkari Yüksekova’ya gidiyor.} Saat 16:00’da kışlaya giriş yaptım.

13 Aralık 2007: Asker kıyafetlerini dağıttılar.

20 Aralık 2007: Evden ayrı ilk Kurban Bayramı. 06:40, 9 gün sonra ilk defa bayram namazı için otobüsle dışarı çıktık. Trafik ışıklarını özlemişim.

1 Ocak 2008: Dün geceyi uyuyarak geçirdim. Bir yılbaşı gecesi askerde olacağımı tahmin etmezdim.

Türkiye haritasını elime alıp Aydın-Elazığ arasındaki mesafeyi gördüğümde moralim bozuluyor. En iyisi şafak 81 olana kadar haritaya bakmamak.

4 Ocak 2008: İlk defa kar yağdı. Garaj denilen yerde öğleden sonra karın altında yemin töreni için yürüyüş yaptık.

5 Ocak 2008: Kartopu savaşı yaptık. Elazığ’ın kar’ı toz gibi, çok farklı.

11 Ocak 2008: Yemin töreni başladı ama abimle İbrahim’i göremedim bir türlü. İbrahim’i fotoğraf çekmek için sahaya indiğinde görünce rahatladım. 30 gün sonra dışarıda ilk gecem.

12 Ocak 2008: Harput Kalesindeyiz. İbrahim, internet kafeden yorumların çıktısını getirdi.

13 Ocak 2008: Son sabah. Misafirhanenin odasında ağlıyorum. Abim ve İbrahim saatler sonra gidecek. Saat 11:00, 30 gün sonra ilk defa internete girdim.

19 Ocak Cumartesi: İnternetten kamerayla eve bağlandım. Annemi haftalar sonra ilk defa gördüm.

10 Şubat Pazar: Ziya’nın kargosu geldi. İçinden 14 kişinin mektubu çıktı.

11 Şubat Pazartesi: Gazeteciliğe başladım.

Şaka Gibi: Formasyon Bitti :)

Hiç aklıma gelmezdi birgün eğitim fakültesinin giriş merdivenlerinde fotoğraf çekileceğim. Hani biz Fen Edebiyat geleneğinden geliriz ya, hani biz kaç yıl formasyon alırsak alalım mutasyona uğramaz, fen edebiyatlı olarak hayatımıza devam ederiz ya :) Tezsiz yüksek lisansın son günü de kendimizi eğitim fakültesiyle çok kaynaşmış gördüm. Herkes birbiriyle fotoğraf çekilme, eğitim fakültesi binası önünde poz verme yarışında :)

Kitap İncelemesi dersinin final ödevi, sıfırdan bir kitap hazırlamaktı. Semih, Hacer, Mahmut ve Hey sen! Esengül ile Kitap-lık grubu olarak muhteşem bir kompozisyon kitabı hazırladık. Artık yeni eğitim öğretim döneminde Milli Eğitim Bakanlığı, lise edebiyat kitapları için bize komisyonda yer alma teklifinde bulunur mu bilemeyiz ama biz bu işi pek bir sevdik :) Kitabın kapak tasarımının bana ait olduğunu gerine gerine yazmadan edemeyeceğim.

 

Ve bizim Richard Gere’miz {yazılışı için Ankara’dan Ayşe’ye teşekkürler}, profösörümüz Müfit Kömleksiz hocamızın odasındayız ödev teslimi için. Formasyonun en fotoğraf delisi ekibi olarak, Müfit Hocayla fotoğraf çekilmemek ayıp olurdu. Yabancı filmlerde harika profesörler olur bilirsiniz, çok karizmatik ve öğrencileriyle son derece barışıktırlar. İşte Müfit Hocamız da öyle bir profesördü ki ne PAÜ’de ne ADÜ’de daha görmedim kendisi gibi birini. “Yani” ve “Pardon”unu sevdiğim Hocam, özleyeceğim sizi :)

Çok alışıldık olacak ama daha dün gibi sanki. Geçen yıl Haziran’da mezun olduğumda yüksek lisansa başvurup akademik kariyer planları yapan biriydim. Sürekliiçim rahat değil dedim, kendimi sürekli yol ayrımında hissettim. Ve ruhumdaki bütün bu inişleri çıkışları, geleceğimle ilgili belirsizlikleri yaşarken bir taraftan da e-vren günlüğü’ne ince ince işledim. Birgün ansızın başardım! deyip toparladım kendimi. Zafer sarhoşluğu kısa sürdü, yağmur durdu ve ben yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından kendi hayatımın başrolünü oynamaya karar verdim. Bugün, formasyonun bu son gününde birisi ya da birilerinin yüzünden -kimbilir belki de sayesinde- bir edebiyat öğretmeni adayıyım. İlk defa bu kadar çok susan, sabreden bir edebiyat öğretmeni adayı….

Gönüllü Kütüphaneci

Haftalardır konuşuluyordu. KPSS geçsin, Çankırı’ya AB Projesi’ne gidip geleyim derken nihayet bugün sabah İlknur‘la soluğu Aydın İl Halk Kütüphanesi‘nde aldık. İl Halk Kütüphanesi, bir süredir otomasyon sistemine geçiş için uğraşıyor. Yarım asırlık kitap kayıt defterleri tek tek internet ortamına aktarılıyor. Eleman sıkıntısı çeken kütüphaneye bu iş için Kültür Müdürlüğü birkaç personel görevlendirmiş. Ama elbetteki yeterli değil. Gönüllü desteğine de ihtiyaçları vardı. Ayşen ablam benden rica etti, ben de İlknur’un desteğini istedim. Bugün öğlen vaktine kadar sisteme veri girişinin nasıl yapıldığını öğrendik ve öğleden sonra defterdeki kayıtları online ortama aktarmaya başladık. Hal böyle olunca ilk gün sadece 4 kitap kaydı gerçekleştirebildim :)

Gündüz kütüphanede öyle yorulmuşuz ki -aslında yalan, Fatih ve İlknur’un eve gidesi yoktu, benim de aklıma girdiler- Semih‘i de alıp gözümüzü Pınarbaşı‘nda açtık. Armut minderlere bayılmıştık, o baygınlığı -kıskanç- ilknur da yaşamak istedi. Pınarbaşı yeni haliyle, bugün Aydın’daki en güzel, en ferah mekan durumunda. Üstelik yıllardır bahsi geçen ama bir türlü eyleme dökülemeyen Aytepe’yi Pınarbaşı’na bağlayacak teleferik inşaatına da nihayet başlanmış. Gece vaktine kadar yine bol kahkalhalı, bol fal’lı bir sohbet gerçekleştirdik. Hepimiz Eylül’de Türkiye’nin dört bir yanına dağılma hayalleri kurduk :)

Çok Çeşitliyiz!

Teknolojinin azizliğine uğrayıp da katılım e.postasını alamayınca Çok Çeşitliyiz atölyesi başvurumun onaylanmadığını düşünüyordum ki Cuma günü son anda Çağrı‘nın telefonla araması üzerine apar topar Bursa yollarına düştüm. 1 gün önce A. Hamdi Tanpınar‘ın Beş Şehir‘ni okumaya başlamam da ayrı bir tesadüftü. Yol boyunca kitabın Bursa’da Zaman kısmını okudum. Öyle ya, Semih‘in büyülenip de geleceksin dediği Yeşil Bursa hakkında önceden birkaç şey bilmekte yarar vardı.

Bursa’da adım attığım ilk yer Heykel oldu. Devlet Tiyatrosunun tarihi binası önünde Çağrı ve kardeşi Çağatay‘ı beklerken pandomimci sokak adamıyla epey bir yüz göz oldum :) Selanik evlerini andıran penceresi ve şirin yapısıyla kaldığımız otel çok hoşuma gitti. Genç Platform ekibi gayet güzel bir mekan seçmişti bize.

HEPİMİZ FARKLIYIZ PEKİ AMA NE KADAR EŞİTİZ?

Kısılıp kaldığımız sosyal çevrenin dışına çıktığımızda ya da ummadığımız bir anda alışık olmadığımız bir farklılıkla karşılaştığımızda tepkimiz ne olurdu? Lezbiyen bir kız arkadaşımız olsa, ev arkadaşımızın bir gay olduğunu öğrensek, zor durumdaki engelli bir vatandaşla karşılaşsak, türbanlı ya da mini etekli bir bayanın hakkını savunmaya kalksak içinde bulunacağımız ruh hali ne olurdu? Her zaman dış görünüş değil içerik önemli diyebilir miyiz ya da yaşadığımız toplumdaki ırktan dile, inançlardan cinsiyet farklılıklarına karşı pek çok çeşitlilik karşısında aynı saygıyı gösterebilir miyiz?

İki gün boyunca farklı atölye çalışmalarıyla çeşitliliği, çeşitliliğe ne kadar saygı duyduğumuzu sorguladık. Tansiyon zaman zaman yükseldi çoğu zaman da eğlenceli dakikalar yaşandı. Sabahtan akşama kadar hepimiz çok eğlenmiştik ve ikinci günün sonunda yaptığımız değerlendirmede bu konuda hemfikirdik. En güzeli hepimiz birbirimizden farklıydık ama bir o kadar da birbirimizden farkımız yoktu. Ürün Atölyesi sonunda grup arkadaşlarımızla yazdığımız bir kartla bunun mesajını veriyorduk zaten: Farklıyız ama aslında aynıyız. Çünkü biz insanız!

Kısıtlı zamandan dolayı Bursa’yı çok fazla gezme ve görme gibi bir şansım olmadı. Buna rağmen Bursa’nın yeşili, tarihi ve manevi havası ruhuma işledi şüphesiz. Çok Çeşitliyiz çalışmasının en güzel getirisi elbetteki yeni dost ve kardeşlerimin olması oldu ki, bu hiçbir şeye değişilmez. Genç Platform hareketiyle dünyayı bile değiştirecek enerjiye sahip öyle harika bir ekiple tanıştım ki, onlara gıpta etmemem mümkün değildi. Çağrı, kardeşi Çağatay, kardeşim kadar sevdiğim Korhan ve Fatih, Yiğit, Ece Figen ve Erdem… Misafirperverlikleri, akıl almaz projeleri ve sosyal sorumluluk bilinçleriyle bu çocuklar bir muhteşemdi!

Batuhan, Esra, Saliha, Teo Teo Mesut ve Özdeş. Onlar da benim yeni arkadaşlarım. Katılımcılar ve ev sahipleri hem seviyeli hem de iyi olunca bu tarz organizasyonların tadına doyum olmuyor. Bursa garajından Aydın’a doğru yola çıkarken iyi ki katılmışım dediğim bir çalışmaydı. Yeni şeyler öğrendim, yeni kazanımlar edindim. Bursa, unutma beni, unutamam seni :)

Bu Konuyla İlgili 81 Fotoğraf Var

ATÖLYE ATÖLYE

Gençler, Genç Platform öncülüğünde bir araya gelip Çeşitlilik, Katılım ve Gençlik Hakları konularında iki günlük atölye çalışmaları gerçekleştirmek istemişler; haftalardır internetten yaptıkları duyurularda da gelin sizi Bursa’da ağırlayalım demişler.

Sosyal sorumluluklarının farkında olan, farkındalık yaratmayı amaçlayan arkadaşlarla çok çeşitliyiz diyebilmek için ben de bu gece Bursa’ya doğru yola çıkıyorum.

Bursalı sınıf arkadaşım Semih de sıkı sıkı tembihte bulunuyor: Aman ha, Bursa’nın büyüsüne kapılıp da oralarda kalma:)