Kitap Faydalıdır / Zararlıdır

Bugün stajda ilk defa onlarla başbaşa kaldım. Meslek lisesinin 28 kişilik 10. sınıfı “kitap okuma” saatindeydiler. Hepsinin elinde birer kitap… 45 dakikalık sürede kitap okuyacaklar. Ben de başlarında bekleyeceğim. İzin verirseniz bu ders öğretmeniniz ben olacağım deyiverdim birden :) Estağfurullah hocamdediler. Gerçekten şu an kitap okumak istiyor musunuz?diye de soruverdim hemen ardından. Kimi evet dedi kimi hayır. Kimi de evet-hayır’larından emin değildi. Ama onlar kitap okumak zorundaydılar.

Herkes elindeki kitabı sıranın altına koysun, kitap okumayacaksınız. Sizinle bir oyun oynayacağız.dedim. Sınıfı kitap okumanın zararlarını ve yararlarını savunan iki ayrı gruba ayırdım. Her şeyi söylemekte serbesttiler. Öyle ki ben hiçbir şekilde müdahale etmeyecek, yorum yapmayacaktım. Başladık yazıp çizmeye ve sonrasında tartışmaya.

Dersin en ilginç yanı kitabın zararlı olduğunu savunanlar, bir anda aslında yaralı olduğunu savunmaya başlamışlardı. Onlar kitap okumayı seviyordu da, kendilerine zorla kitap okutulmasından hoşlanmıyorlardı. 28 kişilik meslek lisesi sınıfıyla yaptığımız çalışmanın sonunda kitap okumanın tek bir zararında hemfikirdik: Kitap okumak gözleri bozardı :)

Hemen ardından ikinci bir sınıfta daha bu tecrübeyi yaşadıktan sonra diğer stajyer arkadaşlarım Semih, Fatma ve Esra‘ya o sınıfta 3-4 haftalık bir atölye çalışması yapmayı teklif ettim. Tamam dediler. Sanırım bir iki hafta içinde Meslek Liseliler de Kitap Okur sloganlı ufak bir proje yapabiliriz. Yine kendim kaşındım, sosyal sorumluluk damarım kabardı…

CUMA/ERTESİ

Sabah kahvaltısında Semih‘teyim. Birinci dönem bitti ama yeni evine gitmek ancak kısmet oldu. Ev arkadaşlarını seviyorum Semih’in. O yüzden 2,5 saat sofra başında sohbet ettik :)

Nihayet Yüksel Abim, bizim eve gelebildi. Üstelik annesiyle… Böylece annelerimiz de tanışmış oldu. Deniz Feneri‘nin dedikodusunu yaptık bol bol :) Günün dersi: Deniz’im, Benim Fener’im! Ziyanı yok, bize iyi birer abi-kardeş kazandırdın!

Hüss, her zaman ki gibi gelen misafirlerin tepesinden inmedi. İki kelam laf edemedik Yüksel Abimle. Yap-bozlar oynandı, resimler çizildi. Sonra Hüss’ün efelik damarı tuttu, küçük de bir oyun sergiledi bize.

Oldum olası severim Cumartesi’lerini. Pazar ve Pazartesi’yi ise oldum olası sevememişimdir!

HAYATI ELE ALMAK…

Hayatımı yeniden gözden geçirmeliyim diye düşündüm. Saçmaladım. Her gün yeni kararlar alıyorum, bazı alışkanlıklarımı bırakıyorum, planlar programlar yapıyorum. Sıra dışı hayallerimin ucu bucağı yok. İki muhteşem proje var kafamda, geleceğe dair. Önce Semih‘le sonra Feriş‘le konuştum bunları. İmkansız değil aslında da…

Dün herkes ağladı; duydum. Benim de ihtiyacım var, farkettim.

Yeni dönemin ilk stajına yarın gidiyorum. Sabahın 8’inde üstelik. Neyse ki staja gideceğim okul, mahallemde. Sonrasında yaratıcı drama var. Allah’ım nasıl bir şey olacak çok merak ediyorum.

Bir şey daha: İlişkilerimi yeniden gözden geçiriyorum; hayatımdaki bazı şeyleri yeniden ele aldığım gibi… Birileri gitmeli sanki. Ağır mı oldu bu ifade bilmiyorum. Burada yazılanları, özel yaşamımdakiler üzerlerine alınmaya pek yatkın oluyorlar :) Kimse alınmasın üzerine. Evren aramıyor, sormuyor, mesaj atmıyor, yüzünü görmeye, sesini duymaya gerek duymuyorsa… Gönül rahatlığıyla “bu benim!” diyebilsin O’nlar…

KENDİ HAYATIMIN BAŞROLÜ

Geleceğimle ilgili iki önemli seçenekten birini dün tercih etmiş olmanın huzurunu taşıyorum. Birkaç gün önce yine bu sayfalardan duyurduğumun aksine dün yüksek lisans programına değil formasyona başvurumu yaptım. Böylesine radikal bir kararı almamda pek çok sebep etkili oldu, ancak her zaman söylediğim gibi: İnsanlar Tercihlerini Yaşarlar! Yavaş yavaş kendime geliyorum artık. Son bir haftadır yaşadığım kötü günlerin hepsini geride bıraktım. Dönüp bakmıyorum da ardıma. Bırakıyorum, birileri kendi denizinde boğuladursun, ben kendi sahilimde keyfimi sürüyorum :)

Tezsiz yüksek lisans başvurumu yaptıktan sonra Semih‘le başbaşa sabah kahvaltısı yaptık. Sonra benimle ve ailemle vedalaşmaya gelen eski sınıf arkadaşım Dilek‘le hep beraber öğle yemeği yedik. Dilek, formasyonu kazanamadığı için memleketi Hatay’a geri dönüyor. İnşallah seneye yeniden burada olacak. Öğleden sonra Elvan‘la birlikte Ticaret Fuarı’ndaki Aydın Life standını ziyarete gittik. e-vren günlüğü’nü yakından takip edenler Elvan ÇETİN‘i de hatırlayacaklardır: Elvan, elektronik yaşam diyarımın MisAfiR KaLeM{LeR}‘indendi. Akşam da soluğu İncirliova’da Harun‘un yanında aldım. Gece yarısına kadar Belediye Meyda’nında çimlerin üzerinde oturup sohbet ettik.

Kadere inanan biriyim ama bazen hayatıma başkalarının yön verdiğini, çok da özgür olamadığımı düşünür, çıkmazlara düşerim. Ancak, yaşadıkça, düşüp kalktıkça ve ruhumuzda yaralar açılıp yeniden iyileştikçe, acı ya da tatlı tecrübeler edindikçe öğreniyoruz ki herkes kendi hayatının başrolünü oynuyor ve kendi hayatını yaşıyor! Dün aldığım cesur karardan ve seçmiş olduğum yeni yoldan sonra gördüm ki, huzurluyum, mutluyum, birilerinin bana bir şeyler sunmasını beklemeden ben sahip olmak istediklerime sahip olabilecek donanımlara sahibim. Son bir haftadır yaşadıklarımdan ötürü yazılacak öyle çok şey var ki aslında. Ama hayatta profesyonel olabilmek için geriye bakmadan ileriye adım atmak gerekiyor. Yoksa insan takılıp kalınca birilerinin entrikalarına, bir arpa boyu bile yol alamıyor. Yaşamaya, yazmaya ve de paylaşmaya devam edeceğiz, inadına…

İÇİM RAHAT DEĞİL

Hayatımda geçirdiğim en karmaşık ve sıkıcı yaz dönemiydi. Üniversiteyi kazanmak en güzeliymiş, mezuniyeti tattıktan sonra karar verdim. Almış olduğun eğitimin, sahip olduğun donanımın hiçbir önemi yok sanki. Kocaman bir belirsizlik: LES’ten iyi bir puan alabilecek misin, aldın diyelim mülakatları geçip formasyona ya da tezli yüksek lisansa başlayabilecek misin, hadi bunları da atlattın KPSS’den iyi bir puan alıp atanabilecek misin, üniversitede kadro alabilecek misin… İnsan artık ne yapmak istediğine de tam karar veremiyor.

Gecem gündüzüme karıştı. Temmuz, Ağustos, Eylül… Üç ay ders çalıştım diyorum ama çalışmadım / çalışamadım aslında. Kafam almıyor artık. Hangi yolu seçeceğimi şaşırdım. Daha doğrusu seçtiğim yola seçilecek miyim, bunun derdindeyim. Telefonlara cevap vermiyor, mesajları yanıtlamıyorum çoğu zaman. Buhranlı, karmaşık bir dönem ve bu ruh halime yansıyor. İnsan onca yıllık eğitimin, koşuşturmanın karşılığını bir an önce almak, en azından değer görmek istiyor. Ama hayır, ya 2-3 yıllık bir iş tecrüben olacak ya da 1 yıl bedavaya çalışacaksın. Ağzına da bir parmak bal sürecekler. Çürüttüğün dirseğinin, bozduğun gözlerinin, ailenin emeklerinin, döktüğün saçlarının hiç bir kıymeti yok sanki.

Herkes birer birer dönmeye başladı Aydın’a yüksek lisans başvuruları için. Herkeste bir umut, bir heyecan, çoğunda korku… İçimizde şanslı olanlarımız herhangi bir dershanede çalışmaya başladılar, kimisi başka alanlara kaydı. Ama insanı tatmin eden, işe yaradığını hissettiren bir durum yok şimdilik ortada.

Öğlen Semih‘le birlikteydim, akşam Harun geldi ders çalıştık. Tanzimat, Servet-i Fünun, Namık Kemal, Tevfik Fikret vs. Koca bir yaz bunlarla geçti. Ulusal bir dershaneyle staj için anlaştım ama son birkaç günden beri bunu yapıp yapmama konusunda da emin değilim. Benim gitmek istediğim yol başka, attığım adımlar başka sanki. Semih ve Harun’la bunlar üzerine konuşuyoruz. İkisi de duymak istediğim cevapları veriyorlar ama içim ” kepi havaya attığım o günden beri hiç rahat değil.”

Bayram-ı Ramazan

Ramazan Bayramını, Kurban Bayramından daha çok sevmişimdir her zaman. Ramazan Bayramını hep iple çeker, büyük bir heyecanla beklerim. Ondan aldığım büyük hazzı, Kurban Bayramından alamam nedense. 

Her yıl olduğu gibi bu bayram da çok eğlendik ve güzel bir bayram geçirdik. Elime dijital fotoğraf makinemi alıp bol bol fotoğraf çektim. Bayramın en renkli anılarından biri ise şüphesiz dedemin objektifler karşısındaki sempatik tavırları ve pozlarıydı. Anneannemle birlikte verdikleri poz çok güzel bir hatıra olarak yerini aldı arşivimde. 

Bu yılın en büyük sürprizi ise bayramın üçüncü günü Ferit‘ in Denizli’den kalkıp ziyaretime gelişi oldu. Yaşadığım en büyük mutluluk bu oldu şüphesiz. Yaşadığım tek hayal kırıklığı ise şu an İzmir NATO’ da askerlik yapan Mustafa‘nın bana uğrayamadan İzmir’ e geri dönmesi oldu. 1 yılı aşkın bir süredir görüşemiyorduk. Bayram izni almıştı ama çıkan bir aksilik sebebiyle NATO’ ya geri döndü ve görüşemedik. 

Ve Harun… Yine Paşa’ sının elini öpmeye geldi :) Bu sefer kardeşi Ümran’ı da yanına alıp gelmiş. Zannediyorum kendisine ödünç verdiğim kitabı kaybetmesi skandalının ardından böyle bir güvenlik tedbiri aldı :) Neyse ki kitabın aynısını bulup almış da bayram günü elimi kana bulamadım :) 

Yeni imajımı ise kesinlikle Ziya’ya borçluyum. Zor beğenen, olumlu yorumları kıt Ziya, bu bayram bambaşka bir görüntüyle objektiflere poz vermeme vesile oldu. Demek ki arada bir “iyi yorumlar” işe yarıyormuş :) 

Bu bayram beni unutmayan:

Cihan ÇETİNKAYA, Bilal Emrah İBİL, Ali AKTAŞ, Ramazan TEKKOYUN, Osman ALCA, Yahya KONYALI, Semih KUM, Fatih SEVCİ, Hatice ASLAN, Halil SAMURKAŞ, Suzan GÖZÜKARA, İsmail TEKKOYUN, Durmuş Ali KAVAKLI, Muhammed SOYUÇOK, Elif YILMAZ, Meldanur BULUT, Ayşen ÖÇALAN, Nihal KILIÇ, Ayşe MACİT, Tuğba KOÇER, Salih GÜRBÜZ, Altan KOLBAY, Harun BOYLU, Ferit KAYA, Deniz ÇEVİK, İlknur KAVAS, Betül ATMACA, Evrim KEPENEK, Deniz ALPAY, Yonca ALTINDAL, Neşe ALTUNAL, Ayşe ERDOĞAN, Serkan ÖZKAN, Ahmet GÜZEL ve Mutlu YAVUZ‘ a sonsuz teşekkürler. 

Büyükler ziyaret edildi, gelen misafirler ağırlandı, hocaların yanına gidildi, en yakın dostlarla sohbetler edildi, hasret giderildi. Bir çırpıda geçip gitti bir bayram daha…