Sinan’a Kulak Ver, Geçmişine Yol…

Fil Çota ve Elif Şafak

Fil Çota ve Elif Şafak

Cihan’ın “Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…” sözüyle bitiyor Ustam ve Ben. Hemen ardından Elif Şafak‘ın son cümlesi de “Dilerim ki bu roman da okurlarının gönlünde su gibi akmış olsun.” temennisi oluyor.

Bazen hâkim anlatıcının bazen de Cihan’ın ağzından okuyoruz 472 sayfalık romanı. Beyaz fili Çota ve ustası Mimar Sinan, Cihan’ın bize en çok bahsettiği iki kahraman. Mihrimah Sultan da romanda belli bir yer ediniyor kendisine, Cihan’ın imkansız aşkı olarak.

Aşk romanında Mevlâna ile Tebrizî‘nin satır satır çizilecek cümlelerini Ustam ve Ben’de bulmak mümkün değil. Mimar Sinan, konuştuğu anlarda ‘keşke daha da anlatsa’ dedirten cümleler kuruyor ancak ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor bu sayı:

İnsan hangi vakit yaptığı işte tam olarak ustalaşır bilinmez; zaten hiçbir zaman da ‘ustalaştım’ dememek gerekir; öyle ki her şey yenilenmekte değişmekteyken insan da öğrenmeye, gelişmeye devam etmelidir. Sinan da bunu söylüyor; ustalaştıkça düşülmesi muhtemel hata hakkında önceden uyarıyor:

“…zanaatında ustalaşmak isteyen yaptıklarını geride bırakmayı da bilmeli. Eserinden ziyadesiyle memnun olursan öğrenmeyi kesersin. ‘ben artık oldum’ dersin. Oracıkta kalır, yerinde sayarsın. En iyisi her seferinde yeniden hevesle işe koyulmak, sil baştan.” (s.115)

Ben ki geçmişine çokça takılan biriyim; belki yazarken beslendiğim en iyi kaynak orasıdır; bilmiyorum ama Sinan,

“…Geçmişini sırtında taşıyan adam tez tükenir, yol gidemez.” (s. 146) diyor; durup düşünmekte fayda var. Ben, adımlarımın bu yüzden yavaşladığını zaman zaman hissediyorum ve yeni, cesur adımlar atma konusunda sanki bazı şeyleri öteliyorum. İşte tam da burada Sinan devam ediyor ikazına, sert bir tonda:

“Kızma artık geçmişe. Kabiliyetin kuş gibi tutsak kalmış. Maziyle uğraşmaktan, ona buna kızmaktan fırsat olmamış ki çıksın. Eğer cehalet kafesinden kurtulursa kuş özgür kalır, gönlünce uçar, yükselir. İyi bir talebe olursan hayatın kapıları önünde açılır. Ama evvela karar vermen gerek.” (s.146)

Amerika’yı ikinci bir defa keşfetmek belki zaman kaybıdır, kimine göre de buna ne gerek vardır ama Sinan’ın da

“Bir dil öğrendiğinde koskoca bir kalenin anahtarını teslim alırsın. Kale kapısından başka kimler girmiş, seni ne ilgilendirir? Sen kendi keşfine bak.” (s. 177) dediği gibi senden öncekinin göremediğini belki sen kendi keşfinde farkedeceksindir.

İstanbul’un gökdelenler şehrine dönüşmesinden herkes şikayetçiyken onlarca kat yüksekliğindeki binaların içinde ufacık insanlar haline dönmeye devam ediyoruz. Sinan da

“Yapılan her gayrimeşru bina İstanbul’un kalbine çakılmış bir çividir. Her yangın ciğerlerine is doldurur. Bir şehre, tıpkı bir masuma merhamet ettiğiniz gibi acıyabilmeniz lazım. Yoksa dengeli kararlar alamayız. Herkes her yere inşaat kondurmak isteyebilir ama İstanbul’u üzer, incitir, bitirir. Buna hakkımız var mı?” (s.321) diye soruyor ancak biz bu şehri incitmeye ‘hızla’ devam ediyoruz.

Cihan, ustası Sinan’ın

“Ama ustam der ki yaptığımız iş bize geri döner: Kâtipsen kâğıdın, çiftçiysen toprağın, mimarsan taşın dilini konuşursun. İyi işler yapalım ki, şu âleme bir hayrımız olsun.” (s.252)

sözünü aktarıyor; sonra durup düşünüyorum kâğıdı da kalemi de çok seviyorum. Yapılan işin kendimize değil insanlığa faydasının olması gerektiğini ise zaten hep dillendiriyordum.

Dua etmenin ne kadar özel olduğuna değiniyor Leyli, “Dua etmek, ilanı aşk etmek demekti. Yaradan’a olan sevdanı açık etmek.” (s.89) sözüyle; Simeon da kitapların önemini hatırlatıyor “Üstatlar mühimdir ama kitaplar daha âlâdır, unutma. İnsanın bir kütüphanesi varsa bin öğretmeni var demektir. Aslolan öğrenmek.” (s.175) cümlesiyle.

Bütün o kahramanların ağzından dile getirdiği bu sözlerin yanında Elif Şafak, beş ayrı sayfada kulağımıza harika cümleler fısıldamayı ihmal etmiyor hâkim anlatıcının ardına saklanarak:

“Savaştan sonraki değil, önceki gecedir insanın ruhunda iz bırakan.” (s.115)

“Sadece tepemizdeki sema değil, aslında tek tek her insan koca bir muammaydı.” (s.225)

“Oysa hayattaki en vahim aldanışlar, kendimizden memnun olduğumuz anlarda çıkar. Şeytan kulağımıza fısıldar: “Neden daha fazlasını istemiyorsun?” (s.232)

“Esasında bu dünya seyirlik bir yerdi; yoksulu zenginiyle herkes, şu veya bu şekilde, bir resmi geçitteydi. Her biri hayatta kendi numaralarını icra ediyor; sahnede kimi daha kısa, kimi daha uzun kalıyor ama nihayetinde her insan, benzer bir tatminsizlik ve tamamlanmamışlık duygusuyla arka kapıdan usulca çıkıp gidiyordu. (s.334)

“Bazı şehirlere kendi istediği için gider insan; bazılarına da şehir istediği için.” (s. 463)

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

Okunduğu Gibi Yazılmaz AŞK

Herkes tarafından yorumlandı Kâinattaki AŞK. Aslında TEK, BİR kez yorumladı KENDİ AŞK’ını. Biz O’ndan öğrenirken bunu, bizim ezberlerimizi bozan nice faniler çıktı yollarımıza, girdi hayatlarımıza; kendi aşklarını öğretmeye kalktılar.

Okunduğu gibi yazılmıyor AŞK; yazıldığı gibi de yaşanmıyor. Oysa O’ndan öğrenirken AŞK’ı yaşamayı ve yaşarken yazmayı, faniler girdi gönüllerimize, tuttular kalemlerimizi, yazdılar kendi aşklarını.

Derin bir sükûnetle* yüklü bu Kâinat. Zaten AŞK’ın mayasından değil midir sessizlik. Ve arasındaki ince çizginin sessiz bir çığlığı değil midir, Sen ile Sensiz’lik. Halbuki biz karmaşayı da O’nunla sükûnete çevirirken gürültülü faniler bozmadı mı sessizliğimizi?

Giden hep Tebrizi’dir; kalan ve bekleyen Mevlana. Onca acıya rağmen sorsam “gitmeyi hiç düşünmedin mi?” diye “düşünmedim asla” demez mi Aşk-ı Mevlana? Çünkü “arayan bir gönül, nasıl giden bir gönle dönüşür?” diye hesap sormaz mı Şems, sevdasının tutsağına?

Yolum yok Kainat’ın Efendisi; bir yol aç bana! Aşk’tan yana yetimim, Sen Aşk’ol bana! Sükûnetim derindir, sebeplidir; sessizliğimi bozma! Koca bir Evren’de küçücük bir evrenim; n’olur… n’olur karıştır beni Kâinatına!

* Yazıda geçen “sükûnet” sözcüğü TDK Yazım Kılavuzu’nun 2008 (25.) baskısındaki kullanımına uygun olarak yazılmıştır.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

evrengunlugu.net, 5. yılında sosyal sorumluluk gereği Türkiye Omurilik Felçlileri Derneğinin kampanya ve projelerini destekleme kararı almıştır. Ziyaretçilerini de TOFD’a destek olmaya davet etmektedir. TOFD’a ulaşın; gönüllü olun; 3430‘a boş bir sms atarak Akülü Tekerlekli Sandalye Kampanyasına 5 TL’lik bağışta bulunun.

Sendeki Bu Yüreği Hangi evren’e Sığdırayım?

Dilim Sen hayatımda çok azsın dedi; yanlış söyledi. Hayatımda senden çok az var diye Gönlüm düzeltti.

Ey Dost! Sen Tebriz’i olsan, ben Mevlana… Mesnevi’nin 7. cildini yazsam senin Aşkına!” diye yana yakılırken ben; kimbilir sen kaç adım ötelerdeydin? Senden bir adım önde ya da arkada olmak değil, seninle yan yana olabilmek mesele…

Ey Aşk Sultanı’nın Sevdası! Ben sendeki bu yüreği hangi evren’e sığdırayım?

Gel, ben seni 3. ciltte beklerim. Gel, beraber pişelim! Gel, Yedinci Mesnevi‘ye öyle erelim. 

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

SUStum {da} KONUŞtum!

SUStum {da} KONUŞtum!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Temmuz sayısındaki yazısıdır}

Bilmem ki bunun adı aşk mıdır? Yoksa… {yoksa?} Seninle konuşmak çok güzeldi inan. Sanki kendimi buldum. İkinci karşılaşmamızda sana hayatımla ilgili neredeyse her şeyi anlattım. Bunu neden ve nasıl yaptım hatırlamıyorum. Trafik kazasına benzettim o zamanı. Kaza anı hiç hatırlanmaz, nasıl olduğu da… {Seninle savaşmaya bile gücüm yoktu o masada. Senin varlığın çok ağır, çok ağır!} Nasıl? {Okuduğun onca şeyi yazan yürek, güçlü olduğu için değil, çok fazla sevdiği için yazabiliyor. Sıradan ilişkilerde ve insanlarda evet, çok güçlüyüm ama aşkın, sevdanın, dostluğun karşısında benim hiçbir fonksiyonum olmuyor. Bütün hayatım felç oluyor. Sende de olur mu böyle?} Bilmem, bilmiyorum. Hangi aşk, hangi sevgi? {Gösterilebilir şeyler değil ki bunlar. Ben günün 24 saatinde yirmi dört ayrı aşkı yaşayabiliyorum, gün geliyor...} Hem sevdiğin, çok sevdiğin için yazabiliyorsun hem de korkuyorsun; seni anlayamıyorum ya da anlamak istemiyorum. {Korkmak? Ben böyle bir duygudan bahsetmedim. Mevlana-Tebrizi aşkını duymuşsundur değil mi?} Evet {Onu düşün. Mevlana’yı Mevlana yapan Hocası Tebrizi’ye duyduğu aşktır, özlemdir, hasrettir ve 6 ciltlik mesnevi bu aşk üzerine ortaya çıkmıştır. Benimse hayatımda cismi değişen Tebriziler var. Ben ömrüm boyunca Tebrizi’yi bulmaya çalışıyorum ve her yürekte bu yazıları doğuruyorum. Anlat bakalım, aşk değil de nedir senin yaşadıkların?} Aşk ‘onu öptüğünde salıncakta sallanıyor gibi hissetmek’tir. {Sallandığını hissetmiyor musun?} Kendimi anlamaya çalışıyorum. Bunun (tanımsızlıklarımın) bir geçiş dönemi olduğunu sanıyorum. (umuyorum) {Herkes kendisini anlamaya çalışıyor hayatı boyunca. Nedir senin kafanı kurcalayan? Neden bu kadar sorguluyorsun?} Kendimi sorguluyorum ama sebebi yok. Kendimi anlamak istiyorum. Bu benim seçimim. {Kimse kendisini çözemiyor ve anlayamıyor. Ama hayatından memnun olmadığın bazı şeyler var değil mi? Hâlbuki kendi tercihlerini yaşıyorsun.} Mutlu olmadığımı ve edemediğimi biliyorum. Bu beni üzüyor. Çünkü kendi tercihlerim. {Peki, ne olsaydı da mutlu olurdun? Bunun cevabı var mı sende?} Şu an yok ama yarın olur mu bilemem.  Birine evet demek tüm dünyaya hayır demek mi? Evet bunu çok düşünüyorum bu aralar.  Ama bütün bunlar geçecek biliyorum. {Mutlaka…} Bu kargaşa bitecek. Sadece biraz zaman… {Kesinlikle… Sağlam adımlarla ilerlemişsin bugüne kadar. Herkesin yanlışları vardır, hata yapma hakkı da. Bir yerde okumuştum: “Hiçbir zaman 3 gün üst üste yağmur yağmaz. Atmosfer bile 3. gün değişir.” diyordu. Kötü günler 4. gün geçecektir. Dediğin gibi, sabır ve zaman…} Seni tanımak çok büyük şans. Buna eminim. En azından şimdilik… {Çok doğru bir cümle kurdun farkında olmadan: En azından şimdilik.} Şimdilik mi? {Çünkü yarın birgün buna pişman olduğun, çok sinirlendiğin, tahammül edemediğin zamanlar olacak hayatımda yer aldığın müddetçe.} İnanıyorum. {Ben duygularını gizleyemeyen biriyim. Sevgimi de nefretimi de paylaşırım mutlaka. İnanmak ya da inanmamak sana kalmış.} Benim problemim bu işte: Senin anlattığın ben ile benim aynada gördüğüm ve her gün bin bir savaşa girdiğim ben aynı değil. Kim peki bu iki ayrı insan? Bunu da şu an bilmiyorum. Tanımsızlıklar içinde zırvalıyorum farkındayım ama geçecek. {Geçecek evet. Ben de zaman zaman şaşırıyorum, bu bahsettiklerin ben miyim diye. Herkesin “kendisine sakladığı” bir kendisi var mutlaka. Dost muyuz sence?} Ben kendi içimde yaşattığım SEN’le dost oldum. O ne isterse o olsun. Sence? {Bu kadar ucuz verilmemeli dost unvanı. Benim hayatımda böyle en azından. Ben, senin için ağlayabilmeli, uykusuz kalabilmeli, senden habersiz ismine şiirler yazabilmeli ve seni üzmeli, dünyayı sana dar etmeliyim. Dost muyuz hala peki?} Evet, bende dostuz; bence dostuz.

Kul’dum Ne Ol’dum

Bu dünyanın insanı oldum. Her şeyi bildim, kendimden geçtim. Kuldum, Senin yok’sulun oldum. Kendimi doluya koydum olmadı, boşa koydum almadı. Senin Evrenin‘de zerre bir evren, dolup dolup boşaldım. Han oldum, hancı oldum; terzi olup kendi söküğümü diktim. Mecnun‘la Ferhat‘a soyunup Leyla‘yı da Şirin‘i de Senden öte aradım. Ne Aşk‘ı buldum ne de Tebrizi‘ye kavuştum. Ben bir garip Yunus olup, Mevlana misali döndüm durdum.

Ben bu dünyanın insanı oldum. Kul‘dum, ne ol’dum… Ama Seni, ama Seni, ama Seni Unutmadım!

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik